Cengiz, Yunus2020-01-072020-01-0720193. Cengiz, Yunus, “Mâtürîdî’nin Kelâmî Ve Felsefî Etiğe Katkısı: Doğa Ve Kudreti Uyumlulaştırma Çabası” İmam Mâtüridi ve Te’vîlâtü’l-Kur’an, Marmara İlahiyat Fakültesi yayınları, İstanbul, 2019.https://hdl.handle.net/20.500.12514/2101Mâtürîdî (ö. 333/944) Te’vîlâtü’l-Kur’ân isimli eserinde, bencil olarak yaratılan insanın infak etmeyi sürekli hale getirmekle infak etmenin kendisine zor gelmeyeceği ve böyle davranmanın onun için doğa gibi (ke-tab‘ın) bir halete dönüşeceğini söyler. Burada üzerinde durulması gereken iki husus bulunmaktadır: Birincisi, iyi bir eylemin tekrarlanması sonucu yeni bir karakterin kazanılmasıdır. İkincisi ise edinilen huyun “doğa edinmek” olarak değil de “doğa gibisi”ni kazanmak olarak dile getirilmiş olmasıdır. Mâtürîdî’nin yaşadığı 10. yüzyılı göz önünde bulundurduğumuzda birinci hususun (karakter/doğa edinme) yaygın olarak dile getirildiğini görmekteyiz. Nitekim bu döneme kadar ahlâk ya da doğa edinme üzerine azımsanmayacak bir literatür oluşmuş vaziyettedir. Mâtürîdî’yle aynı dönemde yaşayan Ebû Bekir er-Râzî (ö. 313/925) ve onlardan kısa bir müddet önce yaşayan Câhız’ın (ö. 255/867) eserlerinde karakter inşasına yönelik ayrıntılı izahları bulmak fazlasıyla mümkündür. Müslümanlar (özellikle Meşşâîler) 10. yüzyıldan sonra Antik Yunan’daki etik yaklaşımı büyük oranda kabul ederek ve onu İslami kültürle harmanlayarak sürdürmüşlerdir ve zenginleştirmişlerdir. 9. yüzyıldaki bazı kelâmcıların da dahil olduğu ancak çoğunlukla felsefe geleneği içerisinde yer alan düşünürlerin savunduğu etik yaklaşım açısından ahlâk edinmenin gayesi mutlu olmaktır. Mutluluk ise arzu, öfke ve akıl güçlerinin dengeli hale getirilmesi olup denge, genellikle arzu ve akıl arasında gerçekleşen çatışma sürecinde kontrolün akla geçmesi ve akılca belirlenen davranışların alışkanlık haline getirilmesi yoluyla bir ahlâkın kazanılmasıdır. Betimini verdiğimiz bu yaklaşım benliğin inşasını öngördüğünden bu çalışma boyunca bunu “inşa etiği” olarak ifade edeceğiz. İnşa etiğinin konumuz açısından temel karakteri ahlâkı “düşünüp taşınma (raviyye) ve tercih (ihtiyâr) olmaksızın insanı, nefsânî fiilleri yapmaya çağıran nefsin durumu” olarak tanımlaması ve bu yaklaşımda ahlâkın oluşmasının göstergesi olarak ihtiyara artık gerek kalmamasıdır. Buna göre iyi bir ahlâk edinme sürecinde ilkin pekâlâ tercih/tereddüt söz konusuysa da ahlâkın edinilmesiyle artık tercihe yer kalmadan iyi olan davranışlar sadır olabilmektedir. İnşa etiği yaklaşımını benimseyenler davranışların zahmetsiz olarak suduruna kaynaklık etmesi sebebiyle kazanılan ahlâkı “ikinci doğa” ya da ikinci ahlâk olarak ifade etmişlerdir. Hem Antik Yunan ve Helen kültürünü düşündüğümüzde hem de bu kültürün 9. ve 10. yüzyıllarda Müslümanlar arasında gösterdiği yayılımı düşündüğümüzde Mâtürîdî’nin doğa ve ahlâk ediniminden söz etmesi ve bu çerçevedeki literatüre katkıda bulunması anlaşılır olmaktadır. Yine de Mâtürîdî’nin bir kelâmcı olduğunu dikkate alırsak, “doğa edinme” ekseninde kelâm yapması dikkat çeken bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü ilk dönemdeki kelâmcılar, doğa edinme ekseninde değil, tikel bir eylemin oluşması ve yükümlülük açısından etiğe mevzu bahis olabilecek konuları tartışmışlardır. Nitekim kelâmcılar bu dönemde insanın yükümlülüğünü eksene alarak insanın her eylem öncesinde bazı seçeneklerle karşı karşıya olduğunu tasavvur edip öznenin bunlar karşısındaki tutumunu ve eylemin sonuçlarını tartışmışlardır. Böylece bu dönemin kelâmcıları bu yaklaşımlarını izah edebilmek için iyi ve kötünün neliğinden tutun da yükümlülükler ve koşullarına kadar hatta bir eylemi ortaya çıkaran arzu, akıl, irade ve kudret gibi hususlar ile irade özgürlüğü meselelerine kadar birçok konuyu irdelemişlerdir. İlk dönem kelâm eserleri tarandığında, pek dikkat gerektirmeyen bir araştırmayla bile bu eserlerde Antik Yunan’dan beri işlenegelen ve klasik etiğin başat konuları olan ahlâk edinme, huy, mizaç ve karakterin oluşması, akıl-arzu çatışması, erdemler bahsi ve erdemleri elde etme yolları gibi konuların onlarda ya hiç yer almadığını ya da nadiren geçtiği fark edilecektir. Nitekim Mâtürîdî’nin önemli bir takipçisi olarak kabul edilen Pezdevî’nin (ö. 491/1100) Usulü’d-dîn isimli eserine, Eş’arî kelâmcı Bâkıllânî’nin (ö. 403/1013) Kitâbu’d-Temhîd isimli eserine ya da Mu‘tezilî düşünür Kâdî Abdülcebbâr’ın (ö. 415/1025) eserlerine baktığımızda bu şekildeki bir tabloyla karşılaşmaktayız. Hatta Kâdî Abdülcebbâr’ın eserlerinde doğa düşüncesinin sert bir şekilde eleştirildiğini de görmekteyiz. Bu yaklaşımın bir öncekinden farklı olması hasebiyle kişiyi ve eylemlerini yükümlülükler açısından ele aldığı için bunu da “teklif etiği” olarak konumlandırmaktayız. Teklif etiğinin ayırıcı karakteri ise her bir eylem sırasında ihtiyarın/tercihin kaçınılmaz olmasıdır. Mâtürîdî’nin etik bahisler karşısındaki durumunu ayrı olarak değerlendirmek gerekir. Çünkü bir taraftan diğer kelâmcılar gibi etik konular açısından kelâmcıların üzerinde durduğu konuları tartışmış, diğer taraftan ise Meşşâî gelenekte olduğu gibi ahlak edinme süreci bağlamında nefste başından beri bulunan cimrilik, acelecilik, zevke tamah etme ve meşakkatten kaçınma gibi doğaları, aklın bunlarla olan çatışmasını, erdemlerin kazanılmasını ve nihayet erdemlerin kolaylıkla sadır olabilmesini sağlayacak birtakım pratikler üzerinde durmuştur. Mâtürîdî’nin etik açıdan gösterdiği yaklaşım “inşa etiği” ve “teklif etiği” arasındadır. Çünkü tıpkı diğer kelâmcılar gibi Mâtürîdî de yükümlülük eksenindeki açıklamalara benzer açıklamaları yapmakla birlikte, genellikle felsefecilerin ele aldığı karakter inşası ve alışkanlıkların edinilmesi gibi hususları da önemsemektedir. Başka bir deyişle Mâtürîdî, hem kelâmî etik yaklaşımının ayırıcı karakterini ifade eden teklif etiğini hem de Meşşâîlerin genel yaklaşımı olan inşa etiğini birlikte savunmuştur. Daha da önemlisi hem eylemlerin ihtiyarla gerçekleştiğini ve ihtiyarın tereddüt içerimli olduğunu söylemekte hem de ahlâkî davranışların alışkanlık (i‘tiyad) haline getirilebileceğini düşünmektedir. Ancak, buradan hareketle onun takip ettiği yaklaşımın eklektik bir tavır olduğu sonucuna gitmek fazlasıyla acelecilik olacaktır. Çünkü, Mâtürîdî’nin inşa etik yaklaşımı onun kendi döneminde yaygın olan kelâmî yaklaşımda (teklif etiğinde) birtakım revizelere gitmesini gerektirdiği gibi, teklif etiğine sahip olması ise onun farklı bir inşa etiğini savunmasını gerektirmiştir. Haliyle böylesi bir tarz eklektik olmaktan uzaktır. Zira kelâm paradigması içinden hareket ederek inşa etiğine yaklaşmakta ve buna göre gerekli müdahalelerde bulunmakta, aynı şekilde bir inşa etiği taraftarı olarak teklif etiğini revize etmektedir. Bu da haliyle ortaya koyduğu etik yaklaşımı hem kelâmcılarınkinden hem de felsefecilerinkinden farklı kılmaktadır. Yukarıda yer verdiğimiz “doğa gibisi” ifadesinde dikkat çeken ikinci hususa gelecek olursak, bu ifadede Mâtürîdî’nin hem teklif etiğine hem de inşa etiğine olan müdahalesini ya da katkısını daha açık bir şekilde görmekteyiz. Buradaki “gibi” edatının başka metinlerde de Mâtürîdî tarafından kullanılmış olması, bu edat üzerinden bir jeneoloji yapmanın konuya olan katkısını daha da açacağı kanaatini bizde oluşturmaktadır. Bu çalışmamızda “gibi” edatı, inşa etiğinin teklif etiğine yaklaştırılmasının bir görünümü olarak izah edilmekte ve bu kullanımı gerektiren düşünsel arka plân yoklanarak, ortaya konulan kelâmî müdahale irdelenmektedir. Etik yaklaşım açısından Mâtürîdî’nin durduğu yere bu şekilde işaret ettikten sonra konunun ayrıntılarına ve bizi bu şekilde bir sonuca götüren argümanlara geçebiliriz. Bu bağlamda ilkin beden ve ahlâk ilişkisine, akabinde kudret ve doğa arasındaki benzerlik ile “sebep kudreti” kavramına, sonrasında ise “ihsan”ın açabileceği etik imkana yer verdikten sonra “gibi” edatının ne şekilde klasik etik yaklaşıma kuşku düşürdüğünü ele almaya çalışacağız.trinfo:eu-repo/semantics/openAccessİslam Felsefesi, kelam, Matüridi“Mâtürîdî’nin Kelâmî Ve Felsefî Etiğe Katkısı: Doğa Ve Kudreti Uyumlulaştırma Çabası”Book Chapter