Kardiyoloji Anabilim Dalı Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Comparison of Evolut-R 34 mm Valve and Smaller Evolut-R Valves in Patients Undergoing Transcatheter Aortic Valve Implantation and Determination of Mild Paravalvular Leak Predictors(Turkish Society of Cardiology, 2024) Kılıç, Raif; Güzel, Tuncay; Aktan, Adem; Demir, Muhammed; Günlü, Serhat; Arslan, Bayram; Ertaş, FarukObjective: The main purpose of this study was to evaluate and compare the in-hospital, 1-month and 1-year post-procedure outcomes of patients treated with Evolut-R 34 mm and Evolut-R 23/26/29 mm devices. Additionally, the study aimed to identify factors that could predict the occurrence of ≥ mild paravalvular leaks (PVL). Methods: Between April 2015 and May 2022, 269 consecutive patients who underwent transcatheter aortic valve implantation (TAVI) with Evolut-R 34 mm (n = 66, 24.5%) and Evolut-R 23/26/29 mm (n = 203, 75.5%) devices in a single center were retrospectively analyzed. Results: Patients in the Evolut-R 34 mm group had a lower female sex ratio (16.7% vs. 66.5%, P < .001, respectively), ejection fraction (50.7 ± 10.1% vs. 54.5 ± 9.3%, P= .016, respectively), and mean aortic gradient (7.4 ± 3.3 vs. 9.2 ± 5.0, P= .026, respectively) compared to the Evolut-R 23/26/29 mm group. The groups did not exhibit any statistically significant distinctions with regard to technical success, the need for a permanent pacemaker, occurrences of stroke, major vascular complications, PVL, major adverse cardiovascular and cerebrovascular events, or mortality. Peak velocity was confirmed as a significant predictor of ≥mild PVL in both patient groups in the receiver operating characteristic curve analysis. In logistic regression analysis; In patients with Evolut-R 34 mm valve, pre-TAVI aortic valve peak velocity (odds ratio (OR) = 23.202; P= .019) and calcium volume 800 Hounsfield Units (mm3) (OR = 1.017; P < .001) were independent predictors of ≥mild PVL. Conclusion: The Evolut-R 34 mm valve has shown comparable in-hospital results with smaller valve sizes. Pre-TAVI aortic valve peak velocity and calcium volume predicted ≥ mild PVL in Evolut-R 34 mm patients.Öğe Kardiyovasküler Hastalıklarda Beslenme(2023) Kayan, Fethullah; Karahan, Mehmet ZülkifBölüm 20 - Kardiyovasküler Hastalıklarda Beslenme ............................................................ 399 Fethullah Kayan - M. Zülkif Karahan 1. Genel Bakış ........................................................................................................................ 400 2. Besinler .............................................................................................................................. 403 3. Gıdalar ............................................................................................................................... 405 xv 4. Hipertansiyon ve Beslenme................................................................................................ 408 5. Obezite-Diyabetüs Mellitüs ve Beslenme ........................................................................... 409 6. Kalp Yetmezliği ve Beslenme.............................................................................................. 410 7. Koroner Arter Hastalığı ve Beslenme .................................................................................. 411 Kaynaklar................................................................................................................................... 413Öğe Mİ YOK A RDİT(2023) Kayan, FethullahGİRİŞ Miyokardit, öncelikle çocukları ve genç yetişkin- leri etkileyen, nadir görülen, potansiyel olarak ölümcül ve genellikle yetersiz teşhis edilen bir kalp yetmezliği nedenidir. Akut miyokardit insidansı küresel olarak yılda yaklaşık 1,5 milyon vaka olarak tahmin edilmek- tedir (1). Miyokardit, asemptomatik olabileceği gibi kalp nakli gerektirebilecek kadar ileri derecede kalp yetmezliğine neden olabilen çok geniş bir klinik yelpazeye sahiptir. Bu sebeple miyokardit, klinik prezentasyonunun heterojenliği nedeniyle zor bir tanıdır. Miyokarditin kalp yetmezliği (Heart Failu- re-HF) nedeni olarak katkısı, yaşa ve bölgeye göre yaklaşık olarak % 0.5 ila % 4.0 arasında değişir (2). Açıklanamayan non-iskemik dilate kardiyomi- yopatisi (DKM) olan yetişkin hastaların %9-16’sın- dan sorumlu olduğu düşünülmektedir. (3) The Global Burden of Disease çalışmasına göre, 1990 ile 2013 yılları arasında hastaneden taburcu olma belgelerindeki Uluslararası Hasta- lık Sınıflandırması (ICD) kodlarına dayalı olarak Fethullah KAYAN 1 100.000 hasta başına 22 miyokardit vakası in- sidansı bildirmiştir.(4) Hastaların yaklaşık üçte ikisi erkekti ve ortalama yaş erkeklerde 33, kadın- larda 46’dır. Hafif semptomlar ve minimal ventriküler disfonksiyonla başvuran hastalarda miyokardit genellikle özel tedavi olmaksızın spontan olarak iyileşir.(5)Öğe Atriyal Fibrilasyonda Kanama Riski Belirleme(2023) Kayan, FethullahGİRİŞ risk faktörlerinin modifikasyonu ile AF’nin ve kullanılan ilaçlarının(özellikle de antikoagülan- ların) komplikasyonlarının azaltılması önem arz etmektedir. Persistan ve Permanent AF’li olgularda eş- lik eden komorbiditelerin daha fazla olması ve yaşın daha ileri olması gibi nedenlerle, Parok- sismal AF’li olgulara göre, AF nin komplikas- yonları ve özellikle de antikoaülasyon tedavinse bağlı kanama riski daha yüksektir. AF tedavisinde, tromboembolik olayların önlenmesi için kullanılan Vitamin K Antago- nisti (VKA) ve Yeni Nesil Oral Antikoagülan- ların (YOAK) faydası; iskemik inme riskinde azalma ile major kanama olaylarındaki artma arasındaki dengeye bağlıdır. AF’nin tromboembolik riskinin önlenmesi için kullanılan oral antikoagülan tedavilere bağ- lı meydana gelebilecek kanamalar için gelişti- rilmiş olan Kanama Risk Skorlamaları; ORBİT, ATRİA, HAS-BLED, HEMORR2HAGES, ABC Skorlamalarıdır. Kullanılan bu skorlamalar ve risk grupları tablolar halinde gösterilmiştir. HAS-BLED Skoru: 0-2 puan alanlar düşük kanama risk grubunda bulunurken, HAS-BLED Atriyal Fibrilasyon (AF), dünya çapında erişkin- lerde en sık görülen aritmidir. AF, populasyon- da morbidite ve mortalitenin önemli bir nedeni olduğundan dolayı, hastalara, toplum sağlığına ve sağlık ekonomisine önemli bir yüktür. AF’ nin prevalansı, erişkinlerde yaklaşık ola- rak %2 ile %4 arasındadır. Yapılan çalışmalarda daha uzun yaşam süresi ile genel populasyonda tanı konmamış AF oranının 2,3 kat daha yüksek olduğu tahmin edilmektedir. İlerleyen yaş, AF nin önemli bir risk faktörü olmakla birlikte, Diyabetüs Mellitüs (DM), Hi- pertansiyon (HT), Kronik Böbrek Hastalığı(K- BH), Kalp Yetmezliği(KY), Koroner Arter Has- talığı (KAH), Obezite, Obstrüktif Sleep Apne Sendromu (OSAS) gibi bazı risk faktörleri de AF gelişiminde önemli rol oynar. Avrupa kökenli index yaşı 55 olanlarda, ya- şam boyu AF risk tahmini 4 kişiden 1 kişiyken, son yapılan revizyon ile 3 kişiden 1 kişi olmuş- tur. AF’ nin artan bu sayısı ile AF’ nin kendisi- ne ve kullanılan ilaçlara bağlı komplikasyonları da artmıştır. Değiştirilebilir ve kontrol edilebilirÖğe Non-ST Yükselmeli Miyokard Enfarktüsü Sonrası Ticagrelor Kullanan Bir Hastada Semptomsuz Derin Trombositopeni: Bir Vaka Raporu(2023) Kayan, FethullahGiriş: Ticagrelor, trombosit P2Y12 reseptörünü etkin bir şekilde inhibe eden güçlü bir oral ilaçtır (1) ve trombosit aktivasyonunun merkezi bir amplifikasyon yolunu hem doğrudan hem de aktif bir metabolit aracılığıyla engeller (2). İlaç, günde iki kez verildiğinde dolaşımda tutarlı bir şekilde hızlı başlangıç ve sonlanışa sahip anti-trombosit etkisi gösterir (3). Ticagrelor, geri döndürülebilir özelliklere sahiptir, ters agonist özelliklere sahiptir ve anti-trombotik, anti- enflamatuar ve damar genişletici özelliklere katkı sağlayan pleiotropik etkiler sergiler (4). Vaka Sunumu: 45 yaşında erkek hasta, göğüs ağrısı şikayeti ile acil servise başvurdu. Troponin pozitifliği saptandıktan sonra Non-ST Yükselmeli Miyokard Enfarktüsü (NSTEMI) tanısı ile koroner yoğun bakım ünitesine yatırıldı. Hastaya, 2 (180 mg) ticagrelor tablet, 300 mg asetilsalisilik asit (ASA) tablet ve 10.000 ünite Unfraksiyone Heparin (UFH) i.v. olarak verildi. Hasta acil servise gelişinde yapılan kan testlerinde trombosit değerinin 225.000 olduğu görüldü. Hastaya Doppler ekokardiyografi uygulandı; Ejeksiyon fraksiyonu (EF) %50, segmenter duvar hareket bozukluğu, sol ventrikül hipertrofisi (LVH), sol ventrikül diyastolik disfonksiyonu (LVDD) saptandı. Sol radial arterden yapılan koroner anjiyografi ile LAD-D1 seviyesinde %99 darlığa stent implante edildi (Şekil 1). Revaskülarizasyon sonrası hastaya ASA 100 mg tb 1x1, tikagrelor 90 mg tb 2x1, atorvastatin 40 mg tb 1x1, metoprolol 50 mg tb 1x1 tedavisine devam edildi. Hastanın 3 günlük hastane takibinde trombosit değerlerinin normal olduğu görüldü. Taburculukta hasta mevcut ilaçları reçete edilerek taburcu edildi. Yaklaşık 1 hafta sonra kontrol amaçlı polikliniğe başvuran hastanın yapılan rutin tetkiklerinde trombosit sayısı 38.000 olarak görüldü. Bir gün sonra kontrol amaçlı tekrar trombosit değeri görüldü ve trombosit sayısı 36.000 görüldü. Hastanın PKG sonrası, hastane yatışında ve taburculuğunda Fraksiyone Olmayan Heparin (UFH) veya Düşük molekül ağırlıklı heparin (LMWH) almadığı göz önüne alındığında trombositopeninin heparine bağlı trombositopeni olmadığı düşünüldü. Nitekim hastanın yapılan periferik kan yaymalarında şistosit ve mikroanjiopatik hemoliz düşündüren diğer anormalliklere rastlanmadı (Şekil 2.) Hastada trombositopeniye neden olacak başka bir hastalık veya durum bulunmadığından hastanın tikagreloru kesildi ve klopidogrel 75 mg tb 1x1 başlandı. Hastanın hastaneye kabülünden, taburculuk sonrası kontrolüne kadar olan hematolojik parametreleri tablo 1’ de gösterilmiştir. Hastanın altı (6) gün sonra ölçülen trombosit sayısının (174.000) normale döndüğü görüldü.Öğe METABOLİK SENDROM VE KARDİYO-ELEKTROFİZYOLOJİK DENGE(2023) Kayan, FethullahAmaç: Kardiyovasküler morbidite ve ölüm, metabolik sendromun daha yüksek prevalansıyla ilişkilidir. Kardiyak elektrofizyolojik denge indeksi (iCE), QT aralığı/QRS süresi olarak tanımlanır ve yükselmiş Tp-e/QT oranı kötücül ventriküler aritmilere ilişkin öngörücüdür. Bu araştırmanın amacı, metabolik sendrom (MS) ile iCE ve Tp-e/QT oranı arasındaki ilişkiyi belirlemektir. Yöntem: Bu araştırma, 40 ila 70 yaş arasındaki 90 hastadan oluşmaktadır ve iki gruba ayrılmıştır: metabolik sendromlu 45 hasta (21 erkek, ortalama yaş 58.7±1.4 yıl) ve kontrol grubu (24 erkek, ortalama yaş 55.1±2.3 yıl). Tüm hastalara standart 12 derivasyonlu elektrokardiyogram kaydı yapıldı. Tp-e aralığı, QT aralığı, QRS süresi, Tp-e/QT oranı ve QT/QRS oranı belirlendi. Sonuçlar: İki grup arasında temel özellikler açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmadı (Tablo 1).Öğe KRONİK HASTALIĞI OLAN BİREY VE AİLE İLE İLETİŞİM(2023) Aktan, Adem; Karahan, Mehmet ZülkifKronik hastalık, uzun süreli tedavi gerektiren ve hayatı boyunca sürebilecek bir sağlık durumunu ifade eder. Bunlar, diyabet, hipertansiyon, kalp hastalığı, kanser, multipl skleroz gibi bir dizi farklı hastalığı içerebilir. Kronik hastalık tanısı alan bireylerin ve ailelerin yaşamlarında büyük bir etkiye sahip olabilir ve duygusal, sosyal ve fiziksel zorluklara neden olabilir. Bu nedenle, kronik hastalık tanısı almış bireylerle ve aileleriyle iletişim kurarken dikkatli ve duyarlı olmak önemlidir (1). İletişim, bireylerin duygularını ifade etmelerine, endişelerini paylaşmalarına ve birbirleriyle destek sağlamalarına yardımcı olabilir. Kronik hastalıkla ilgili iletişim becerileri, bireylerin sağlıklı bir şekilde başa çıkmalarına ve daha iyi sonuçlar elde etmelerine yardımcı olabilir. Kronik hastalık tanısı almış bireyler ve aileleri arasındaki iletişim, aşağıdaki bazı temel prensiplere dikkat ederek etkili bir şekilde gerçekleştirilebilir: Açık iletişim kurma: Kronik hastalık tanısı almış bir bireyin ve ailesinin duygularını ve deneyimlerini anlamak için empati kurmak önemlidir. Açık iletişim, dürüst, saygılı ve etkili bir iletişim tarzını içerir. Kronik hastalık tanısı almış bir birey ve ailesiyle iletişim kurarken açık ve net olmak önemlidir. VII. Sonuç Kronik hastalık tanısı almış bireyler ve aileleriyle etkili iletişim kurmak önemlidir. Etkili iletişim, hastaların sağlık sonuçlarını, yaşam kalitesini ve memnuniyetini artırabilir. Ailelerin de katılımıyla birlikte, uygun tıbbi bakım sağlanabilir ve sağlıklı bir iyileşme süreci desteklenebilir. Bu nedenle, sağlık profesyonellerive diğer ilgili paydaşlar, hastalarla etkili iletişim kurma becerilerini geliştirmek için yönlendirilmelidir. Kronik hastalık yönetiminde etkili iletişim, hastaların ve ailelerinin gereksinimlerini anlamak ve onları desteklemek için vazgeçilmez bir araçtır.Öğe Is atrial fibrillation a risk factor for hearing loss?(2023) Karahan, Mehmet Zülkif; Can, SerminAbstract. – OBJECTIVE: In the present study, we sought to evaluate the results of hearing loss in AF patients. PATIENTS AND METHODS: This study involved 50 patients with AF, as determined by means of electrocardiogram, and 50 patients without AF. The pure-tone audiometry (PTA) threshold values were measured at low, medium and high frequencies for both ears. The signalto-noise ratio (SNR) DPOAEs and TEOAEs were also analyzed for both ears separately. RESULTS: Both the airway and bone conduction PTA thresholds at 3, 4 and 6 kHz (kilohertz) were significantly lower in the AF group than in the control group (p<0.05). The AF patients exhibited worse hearing and worse TEOAE results at 1, 2, 3 and 4 kHz. In fact, the TEOAE amplitudes of the AF group were significantly lower in both the right and left ears at 2, 3 and 4 kHz when compared with the control group (p<0.05). Moreover, the DPOAE amplitudes in the AF group were statistically significantly lower at 3.4 kHz in both ears when compared with the control group (p<0.05). CONCLUSIONS: In light of these findings, we believe that AF is a risk factor for hearing.Öğe Vatanından Uzakta Ölmek” Palyatif Bakım Kliniğinde Ölen 7 Suriye Uyruklu Hasta ve Ülkemizin Sığınmacıların Sağlık İhtiyaçlarını Karşılamadaki Rolü(2022) Akelma, Hakan; Karahan, Mehmet ZülkifSavaşlar, iç çatışmalar telafisi mümkün olmayan yıkımlara neden olup, en çok da sivilleri etkilemektedir. Yıkımın etkisi başta ikincil şahıslara ihtiyaç duyan çocuk, yaşlı ve kadınlar için daha belirgindir. Şu anda dünyadaki sığınmacıların yarısından fazlası Suriye’de hayatlarını kurtarmak için ülkelerinden ayrılmak zorunda kalan sığınmacılardan oluşmaktadır. Siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan toplumu ve bireyleri etkileyen yurdundan edilme durumu sağlık sorunlarını da beraberinde getirmektedir. Sığınmacılar zor yaşam koşulları, barınma, beslenme, şiddet ve psikolojik travmalar gibi birçok neden ile sağlık bakım sisteminde en kırılgan ve savunmasız gruplardandır. Kendi yaşam alanlarından zorunlu olarak ayrılan bireylerin yaşam konforlarının azalması ve yaşadıkları psikolojik yıkım, beraberinde bulaşıcı hastalıklar, kardiyovasküler hastalıklar, diyabet, kanser ve akciğer hastalıkları gibi kronik hastalıkların riskini artırmaktadır. Bu hastalıklara bağlı palyatif bakım ünitelerine yatışlar artmakta ve bu kliniklerde yaşam koşullarından daha iyi şartlarda sağlık hizmeti almakta ancak hastalıklarının şiddetine göre ölümler gerçekleşmektedir. Türkiye, sığınmacılara mümkün olan en iyi yaşam koşullarını ve kapsamlı insani yardımı sağlamaktadır. Sığınmacılar hem kamplarda hem de barındıkları iskânlarda tüm sağlık hizmetlerini sürdürmektedir. Bu sığınmacılar aynı şekilde gerekli durumlarda palyatif bakım hizmetlerinden faydalanmaktadır. Bu çalışmanın amacı palyatif bakım kliniklerde özellikle kanser, diyabet ve diğer kronik hastalıklar sonucu hayatını kaybeden sığınmacı hastaların değerlendirilmesi ve bunun yanında ülkemiz sağlık bakımındaki desteğini vurgulamaktır.Öğe The effect of body mass index on complications in cardiac implantable electronic device surgery(WILEY, 2023) Güzel, Tuncay; Demir, Muhammed; Aktan, Adem; Kılıç, Raif; Arslan, Bayram; Günlü, Serhat; Altıntaş, Bernas; Karahan, Mehmet Zülkif; Özbek, Mehmet; Aslan, Burhan; Arpa, Abdulkadir; Coşkun, Mehmet Sait; Altunbaş, Mahsum; Tüzün, Rohat; Akgümüş, Alkame; Karadeniz, Muhammed; Aydın, Saadet; Güzel, Hamdullah; Aslan, Selen Filiz; Söner, Serdar; Taş, Ahmet; Ertaş, FarukBackground: Cardiac implantable electronic device (CIED) procedures are prone to complications. In our study, we investigated the effect of body mass index (BMI) on CIED-related complications. Methods: 1676 patients who had undergone CIED surgery (de novo implantation, system upgrade, generator change, pocket revision or lead replacement) at two heart centers in Turkey and met the study criteria were included in our study. For analysis of primary and secondary endpoints, patients were classified as non-obese (BMI < 25 kg/m2), overweight (25 ≤ BMI < 30 kg/m2), and obese (BMI ≥ 30 kg/m2). The primary endpoint was accepted as cumulative events, including the composite ofclinically significant hematoma (CSH), pericardial effusion or tamponade, pneumoth- orax, and infection related to the device system. Secondary outcomes included each component of cumulative events. Results: The rate of cumulative events, defined as primary outcome, was higher in the obese patient group, and we found a significant difference between the groups (3.0%, 4.3%, 8.9%, p = .001). CSH and pneumothorax rates were significantly higher in the obese patient group (0.3%, 0.9%, 1.9%, p = .04; 1.0%, 1.4%, 3.3%, p = .04, respectively). According to our multivariate model analysis; gender (OR:1.882, 95%CI:1.156–3.064, p = .01), hypertension (OR:4.768, 95%CI:2.470–9.204, p < .001), BMI (OR:1.069, 95%CI:1.012–1.129, p = .01) were independent predictors of cumulative events rates. Conclusions: Periprocedural complications associated with CIED (especially hematoma and pneumothorax) are more common in the group with high BMI.Öğe Akut Kalp Yetmezliğinde Tedavi Yaklaşımı(AKADEMİSYEN, 2023) Günlü, SerhatGIRIŞ Akut Kalp Yetmezliği (AKY) hastanın acil tıb- bi yardım alması için yeterince şiddetli bir kli- nik duruma, plansız bir hastaneye yatışa veya acil servis başvurusuna yol açan kalp yetmezliği semptomlarının ve/veya belirtilerinin hızlı veya aşamalı olarak başlamasını ifade eder (1). AKY’li hastalarının tedavilerinin planlanması için acil değerlendirilmesi gerekir. AKY, 65 yaş üstü kişi- lerde hastaneye yatışların önde gelen nedenidir (2). Yüksek mortalite ve tekrarlayan hastaneye yatış oranları mevcuttur. Hastane içi ölüm oranı %4 ila %10 arasında değişmektedir (3). Tabur- culuk sonrası 1 yıllık ölüm oranı %25-30, ölüm veya tekrar yatış oranları %45’ten fazladır (4). AKY, yeni başlayan KY’nin ilk belirtisi olabilir veya daha sıklıkla kronik KY’nin akut dekom- pansasyonuna bağlı ortaya çıkabilir (5). Akut de- kompanse kronik KY’si olan hastalarla akut pul- moner ödemli hastalar karşılaştırıldığında, akut pulmoner ödemi olanlar daha yüksek hastane içi mortaliteye sahiptirler ancak taburculuk sonra- sı mortalite ve yeniden hastaneye yatış oranları daha düşüktür (6). AKY’nin en sık tetikleyici fak- törleri atriyal fibrilasyon, akut MI veya iskemi, ilaç alımının (diüretik) kesilmesi, artmış sodyum yükü,miyokard fonksiyon bozukluklarına sebep olan ilaçlar ve aşırı fiziki efordur (7). Önceden var olan kardiyak disfonksiyonu olan hastalarda spesifik dış faktörler (anemi, GİS kanama, enfeksiyon vb.) AKY’yi hızlandırabilir (8).Öğe Diyastolik Disfonksiyon Tanısında Elektrokardiyografik Diyastolik Endeksinin Prognostik Rolü(2023) Günlü, SerhatAmaç: Sol ventrikülün diyastolik disfonksiyonu (LVDD), korunmuş ejeksiyon kalp yetmezliği olan bireylerde baskın etiyolojidir. Yüksek tansiyon miyokardda yapısal anormalliklere neden olur ve LVDD'nin seyrini hızlandırır. EKG özelliklerinden belirlenen elektrokardiyografik diyastolik indeks (EDI), sol ventrikül hipertrofisi ile LVDD'nin varlığı arasındaki bağlantı hakkında bilgi verebilir. Bu çalışmanın amacı, hipertansif bireylerde LVDD'yi tanımlamak için EDI göstergesini belirlemekti. Metod: Bu araştırmaya 2022 yılının Ocak ve Aralık ayları arasında sırayla 162 hipertansif hasta dahil edildi. Hastalar, LVDD'si olan ve olmayanlar olarak ayrıldı. [aVL R genliği (V1S genliği + V5R genliği)/PWLI genliği], EDI için formüllerdir. ROC eğrisi analizi kullanılarak, EDI'nin LVDD için öngörü değeri değerlendirildi. Tek değişkenli ve çok değişkenli lojistik regresyon analizi kullanılarak, LVDD'nin bağımsız faktörleri değerlendirildi. İki çok değişkenli model kullanıldı (model I: sürekli değişken olarak EDI ve kategorik değişken olarak model II). Sonuç: Hastalar LVDD olup olmamasına göre iki gruba ayrıldı (LVDD'si olmayan 85 hasta, grup 1; LVDD'si olan 77 hasta, grup 2). Araştırma örnekleminin ortalama yaşı 49±14 idi ve hastaların %42,6'sı erkekti. Çalışmaya katılanların EDI düzeyi 8,50±7,30 idi (Tablo 1). Tablo 1. Clinicalcharacteristics of the studypopulation PARAMETERS LVDD (-) n=85 LVDD (+) n=77 P-value Age (Years) 52.7±1.4 46.1±2.3 0.018 Gender, male, n(%) 28 (33.2) 40 (52.6) 0.009 Smoking, n (%) 36 (41.9) 39 (50.5) 0.305 Diabetesmellitus, n (%) 9 (10.5) 17 (22.7) 0.033 LVEDD, mm 46±4 46±3 0.124 LVESD, mm 28±3 29±2 0.057 IVST, mm 1.0±0.1 1.1±0.2 <0.001 LVEF, % 62±5 60±3.5 0.028 LA, mm 35±4 36±3 0.031 E/A ratio 1.4±0.3 0.9±0.5 <0.001 D1 P waveamplitude, mV 0.1±0.04 0.1±0.05 0.181 aVL R amplitude, mV 0.3±0.3 0.5±0.3 <0.001 V1S amplitude, mV 0.7±0.4 0.7±0.5 0.043 V5R amplitude, mV 1.0±0.5 1.1±0.7 0.093 V1S +V5R amplitude, mV 1.7±0.7 2.0±0.9 0.005 EDI 5.2±3.7 10.6±8.5 <0.001 LVEDD: Leftventricularend-diastolicdimension, LVESD: Leftventricularend-systolicdimension, IVST: Interventricularseptumthickness, LVEF: Leftventricularejectionfraction, LA: Leftatrial, EDI: ElectrocardiographicDiastolic Index. Grup 2'nin EDI puanı, grup 1'inkinden önemli ölçüde daha yüksekti (p <0.001). LVDD'yi tahmin etmek için EDI eğrisi altında kalan alan %0,752 olarak hesaplandı (%95 güven aralığı = 0,651-0,853; p<0,001) (Şekil 1). Şekil 1. ROC analysis of the EDI toestimatediastolicdysfunction EDI eşik değeri 7,4 mV'den büyük olduğunda, LVDD'yi %70'lik bir duyarlılık ve %69'luk bir özgüllükle tahmin eder. Tek değişkenli lojistik regresyon kullanılarak LVDD, EDI ile ilişkilendirildi [OR=1,248, %95 güven aralığı (CI)=1,159 - 1,345, p <0,001]. EDI'yi hem sürekli değişken hem de kategorik değişken olarak incelemek için iki farklı çok değişkenli regresyon modeli oluşturuldu. Her iki modelde de EDI'nin LVDD'nin erken bir göstergesi olduğu ortaya çıktı. Tartışma: Sol atriyal boyutlardaki değişikliklere tipik olarak septal veya arka sol ventrikül duvar kalınlığında bir artış eşlik eder ve bu da sonunda sol ventrikülün hipertrofisi veya yeniden şekillenmesi olarak kendini gösterir. Bu sonuçlar oldukça yaygın olduğundan ve hipertansif kalp hastalığı olan bireylerde artış gösterdiğinden, DD'li hastalarda görülen en yaygın anormalliklerden biridir. Birden fazla grup, DD'de sol ventrikül hipertrofisini ve anlamlı kardiyomiyosit hipertrofisinin histolojik kanıtları ve normalden daha büyük bir sol ventrikül kas kütlesi ile sistolik fonksiyonun korunduğu kalp yetmezliğini belgelemiştir. Arteriyel hipertansiyonu olan bireylerde, uzamış QRS ve QT/QTc aralığı gibi elektrokardiyografik karakteristiklerin genişlemiş bir sol ventrikül kas kütlesini düşündürdüğü bilinmektedir. Bu, DD ve QTc süresinin Doppler'den türetilen parametreleri arasında bir korelasyon olduğunu gösteren önceki çalışmalarla uyumludur. İkincisi ayrıca, uzun QT aralığı ile anormal mekanik fonksiyon arasındaki ilişkinin gözlemlendiği ve hayvan ve hücresel deneylerle desteklendiği kalıtsal uzun QT Sendromları kapsamındaki hastalar için literatürde kapsamlı bir şekilde tartışılmıştır. Patofizyolojik olarak, aksiyon potansiyeli süresinin uzaması, hücre içi kalsiyum birikimi yoluyla belirgin mekanik işlev bozukluğuna neden olabilir. Bununla birlikte, yukarıda belirtilen analizlerin tanısal performansının yanı sıra korelasyonu da, muhtemelen yalnızca bir elektrokardiyografik parametre kullanılarak belirli bir derecede basitleştirme nedeniyle oldukça mütevazıydı. Aslında, aynı grup tarafından daha yeni bir analizde önerildiği gibi, QTc uzamasına Ttepe – Eğilim aralığının uzaması neden olabilir. Önceki çalışmalardan farklılık büyük olasılıkla, ilkinde psödonormal ve/veya kısıtlayıcı dolum paterni olan hastaların daha büyük yüzdesi ile açıklanabilir, bu da daha ileri bir kardiyak hastalık aşamasını ve dolayısıyla daha belirgin repolarizasyon değişikliklerini düşündürür. Tedavi: EDI, ucuz olması, kolayca bulunabilmesi ve uygulanmasının basit olması nedeniyle hipertansiyon nedeniyle takip edilen bireylerde DD'yi tahmin etmek için önemli bir tarama modelidir.Öğe Predicting the mortality in patients with carotid artery stenosis by monocyte to high density lipoprotein ratio(2023) Günlü, SerhatIntroduction: Background: Monocytes, which produce a variety of cytokines and molecules, interact with platelets and endothelial cells, causing inflammatory and thrombotic pathways to become worse. Macrophage migration and oxidation of low-density lipoprotein cholesterol molecules are both inhibited by high-density lipoprotein cholesterol (HDL-C). HDL-C neutralizes monocytes' pro-inflammatory and pro-oxidant effects through several mechanisms. As a result, characteristics like the monocyte to HDL-C ratio (MHR) may reveal a patient's inflammatory status. Objective: The development of carotid artery stenosis (CAS) is influenced by inflammation, oxidative stress, and endothelial dysfunction. Recent research suggests that inflammatory biomarkers are important for assessing mortality in carotid artery stenosis. This study aims to determine the association between MHR and mortality after carotid artery stenting. Tools and Method: We enrolled 260 patients with CAS who underwent carotid artery stenting between 2019 and 2021. MHR was calculated using the formula: the monocyte value dividing by the high-density lipoprotein cholesterol value. According to 30-day mortality, the patients were divided into two groups; surviving and non-surviving. Monocyte counts, HDL-C, and MHR values were compared between the groups. Results: The patient group had significantly higher monocyte counts and lower HDL levels than the control group, resulting in higher MHR values. In addition, non-surviving patients had a higher monocyte count and MHR value, as well as a lower HDL-C level (p<0.001). In patients with CAS, the MHR value was also found to be a significant independent determinant of 30-day mortality (p<0.001). MHR had the optimum cut-off value of 17.52 with 78.3% sensitivity and 83.4% specificity (AUC:0.724, p<0.001) for predicting 30-day mortality in patients with CAS. Comparison of the monocyte count, HDL level, and MHR value according to the mortality within the 30 days. Non-surviving group n=48 Surviving group n=212 P-values Monocyte (x109 µL) 915.42±53.21 524.03±9.98 <0.001 HDL-C (mg/dL) 37.03±1.16 46.22±0.9 <0.001 MHR 18.86±5.25 12.21±2.21 <0.001 Values are presented as mean ± SD and median [interquartile range]. HDL-C; high-density lipoprotein cholesterol, MHR; monocyte to high-density lipoprotein ratio. Discussion: Conclusion: In patients with CAS, a high MHR value was found to be an independent predictor of 30-day mortality.Öğe An Evaluation of Cardiovascular Risk Factors Among Military Personnel: A Study Conducted in Turkey(2022) Günlü, Serhat; Karahan, Mehmet ZülkifBackground: Cardiovascular (CV) risk factors are associated with high morbidity and mortality rates; however, prevalence data for Turkish military members are unknown. Aim: This study determines how common cardiovascular risk factors are among military members in the Corps Command Military Unit and how they relate to socio-demographic parameters. Materials and Methods: A cross-sectional research was conducted with 25222 active-duty individuals. A questionnaire was used to assess cardiovascular risk factors. This study included patients with more than two risk factors or current cardiac complaints. ECGs, echocardiograms, and biochemical testing were performed. Results: The study employed 835 individuals with an average age of 19.43±2.12 years. 19.6% of them had hypertension, 5.6% had dyslipidemia, 39.6% were smokers, 2.4% had diabetes mellitus, and 9.8% had a positive family history. Physical activity frequency was not observed in 54% of the patients before enlisting in the military. There was a significant positive correlation between smoking and mental stress (r=1.07, p<0.001). Conclusion: In terms of cardiovascular risk, hypertension and smoking were found to be the most prevalent among the Corps command staff. Therefore, this study provides compelling evidence that military healthcare providers should conduct annual periodic checks on those at risk for cardiovascular diseases.Öğe The effect of coronary slow flow on ventricular repolarization parameters(ELSEVIER, 2023) Karahan, Mehmet Zülkif; Aktan, Adem; Güzel, Tuncay; Günlü, Serhat; Kılıç, RaifIntroduction: Ischemia due to microvascular dysfunction may be responsible for the heterogeneity of ventricular repolarization in coronary slow flow. To our knowledge, there is no study in which QT interval, Tp-Te interval, index of cardiac-electrophysiological balance (iCEB), and frontal QRS-T angle were evaluated together in patients with CSF. In this study, we examined for the first time the relationship between all these myocardial repolarization parameters and CSF. Materials and methods: The study group included 178 patients (99 female, mean age: 50.6 ± 8.6 years) with isolated CSF without stenotic lesions and with angiographically proven normal coronary arteries. The control group included 120 patients (71 female, mean age: 49.3 ± 9.4 years) with normal coronary angiography. QRS duration, QT interval, QTc interval, Tp-Te interval, Tp-Te/QT, Tp- Te/QTc, iCEB score, and frontal QRS-T angle were calculated from 12‑lead ECGs. Results: There was no significant difference in demographic parameters between the two groups. Compared with the control group, patients with CSF had significantly longer QTmax duration, QT dispersion, Tp-Te interval, and higher iCEB score, wider frontal QRS-T angle. Conclusion: In our study, we found that many of the ventricular repolarization parameters were adversely affected in patients with CSF. Impaired parameters may be associated with the risk of malignant ventricular arrhythmias.Öğe Transradial Approach in Coronary Angiography from Past to Present(2023) Günlü, SerhatThe transradial approach is a novel method for coronary angiography and percutaneous coronary intervention. Its popularity has grown since its initial application and is now a common technique in many facilities. This is because the transradial approach is less invasive than the conventional approach, which requires catheter placement into the coronary arteries. Transradial access is safer than trans-femoral access because it results in fewer complications at the interventional site, requires a shorter hospital stay, enables the patient to be mobilized sooner, provides a higher degree of patient comfort, and carries a lower risk of significant bleeding events. This research examines the advantages of accessing coronary arteries through the radial artery, as well as the suggestions made by the guidelines and the challenges generated by the technique. All these issues were discussed in light of existing studies.Öğe Evaluation of Right Ventricular Global Longitudinal Strain in COVID-19 Patients After Intensive Care Unit Discharge(2023) Günlü, Serhat; Arpa, Abdulkadir; Aktan, Adem; Güzel, Tuncay; Kılıç, Raif; Kayan, Fethullah; Işık, Mehmet Ali; Çelikten, Murat; Arslan, Bayram; Karahan, Mehmet ZülkifBackground and Aim: Using two-dimensional speckle tracking echocardiography (2D-STE), the ventricular functions of hospitalized coronavirus disease-2019 (COVID-19) patients were assessed. However, there is limited information about cardiac functions in the first year after recovery from the intensive care unit (ICU). This research aims to assess the right ventricular functions of COVID-19 patients and their changes within the first year after ICU discharge using 2D-STE. Materials and Methods: The study was conducted prospectively. The study included 68 consecutive patients and 70 control patients. Echocardiography was performed in the ICU and the first year after discharge from the hospital. Right ventricular global longitudinal strain (RVGLS) was measured using the 2D-STE method. Results: The mean age of the study group was 48.67±8.10 and 37 (54.4%) patients were males. There were no substantial differences across the groups, including age, gender, body mass index, heart rate, diabetes, dyslipidemia, and smoking (P > 0.05). A substantially significant positive correlation was detected between right ventricular dimension (RAD) (r = 0.644, P < 0.001), right ventricular diastolic dimension (RVDD) (r = 0.573, P < 0.001), ferritin (r = 0.454, P < 0.001), D-dimer (r = 0.305, P = 0.011) values and RVGLS in the in-hospital and after-discharge first-year groups. The RVGLS values of the control, in-hospital, and after-discharge first-year groups were -20.36±3.06, -16.98±3.78, and -17.58±6.45, indicating a statistically significant difference across the groups (P < 0.001). Tricuspid annular plane systolic excursion was higher in the control group (P < 0.05). Conclusion: RVGLS was found to be depressed during the in-hospital period and showed no improvement in the 1 year post discharge.Öğe Prevalence of Hypertension in Military Personnel: A Study Conducted in Türkiye(2023) Günlü, Serhat; Karahan, Mehmet ZülkifAbstract: Hypertension is a major global public health concern. There is a paucity of studies describing military populations with hypertension. We aimed to demonstrate Turkish military personnel with hypertension and review associated factors in a garrison of Diyarbakır City. This retrospective cross-sectional study comprised 22,141 individuals referred to an outpatient cardiology clinic between August 2016 and June 2022 with complaints of early morning headaches, abnormal heart rhythms, nosebleeds, visual problems, and buzzing in the ears. Sociodemographic characteristics were collected. Analyses of laboratory test findings and blood pressure measurements were conducted. The study comprised a total of 174 patients with an average age of 32.68±6.51 years. 94.8 percent of the patients were not drug users, and 68.3 percent had no strong family history. The prevalence of hydration habits (29.4%) and sleep disturbances (22.5%) were lower. According to body mass index (BMI), the rate of overweight was higher (56.8%). Most patients' educational status was bachelor’s degrees (46.5%). The smoking rate was high (73%). Body mass index was a statistically significant predictive factor of hypertension (OR [95% CI], 2.69 [1.0-7.17], p= 0.048). Physical exercise rate in the past three months was a statistically significant predictive factor for hypertension (OR [95%CI], 2.98 [1.42-6.23], P= 0.021). Hypertension was detected in 0.78 percent of all participants and was associated with being overweight and a lower frequency of physical exercise.Öğe The Diagnostic Role Of End-Tidal CO2 To Distinguish Unstable Angina Pectoris In Patients With Chest Pain(2023) Günlü, Serhat; Yeşil, Ahmet; Kayan, Fethullah; Karahan, Mehmet ZülkifObjective: Unstable angina pectoris (UAP), one of the acute coronary syndrome (ACS) types, is difficult to identify from non-cardiac chest pain (non-CCP), hence various strategies are applied for accurate diagnosis. This study aims to examine whether non-invasively measured end-tidal CO2 (ETCO2) can detect UAP in patients admitted to the emergency department (ED) with chest pain in the lack of a cardiovascular history. Methods: This research was conducted as a prospective observational study. The individuals were separated into two groups based on the inclusion and exclusion criteria: 75 patients with non-CCP and 75 UAP. Analyses of receiver operating characteristics (ROC) were utilized to define the diagnostic value cutoff. Using univariate regression analysis, the odds ratio of ETCO2 (with 95%CI) was computed for UAP prediction. Results: ETCO2 levels were substantially lower in the UAP group compared to the non-CCP group (p<0.001). Analysis of the ROC curve revealed that a decreased ETCO2 <35 predicted UAP with 78% sensitivity and 89% specificity (AUC:0.81, p <0.001). In addition, the negative predictive value was 71.6%, and the positive predictive value was 79.4%. Patients with UAP were 8.84 times more likely to have ETCO2 <35 than patients with non-CCP. Conclusion: UAP may be differentiated from non-CCP by ETCO2 measured as a non-invasive parameter in patients with chest pain.Öğe Comparison of pain levels of traditional radial, distal radial, and transfemoral coronary catheterization(ScieLO, 2023) Kılıç, Raif; Güzel, Tuncay; Aktan, Adem; Arslan, Bayram; Aslan, Muzaffer; Günlü, Serhat; Karahan, Mehmet ZülkifOBJECTIVE: The aim of our study was to compare the traditional radial artery, distal radial artery, and transfemoral artery, which are vascular access sites for coronary angiography, in terms of pain level using the visual analog scale. METHODS: Between April 2021 and May 2022, consecutive patients from three centers were included in our study. A total of 540 patients, 180 from each of the traditional radial artery, distal radial artery , and transfemoral artery groups, were included. The visual analog scale was applied to the patients as soon as they were taken to bed. RESULTS: When the visual analog scale was compared between the groups, it was found to be significantly different (transfemoral artery: 2.7±1.6, traditional radial artery: 3.9±1.9, and distal radial artery: 4.9±2.1, respectively, p<0.001). When the patients were classified as mild, moderate, and severe based on the visual analog scale score, a significant difference was found between the groups in terms of body mass index, process time, access time, and number of punctures (p<0.001). Based on the receiver operating characteristic analysis, body mass index>29.8 kg/m2 predicted severe pain with 72.5% sensitivity and 73.2% specificity [(area under the curve: 0.770, 95%CI: 0.724–0.815, p<0.0001)]. CONCLUSION: In our study, we found that the femoral approach caused less access site pain and a high body mass index predicts severe pain.