Yazar "Nas, Taha" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 4 / 4
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Ebû Ubeyd’in Nesih Anlayışı(Hitit ilahiyat dergisi, 2022) Yaşar, Mehmet Aziz; Nas, Tahaİslam ilimlerinin teşekkül ettiği dönemde mutlak ictihad ehliyetine sahip çok sayıda âlim yetişmiştir. Sözü edilen âlimlerden biri, Ebû Ubeyd el-Kâsım b. Sellâm b. Miskîn el-Herevî’dir. Dönemin birçok meşhur âliminden ilim tahsilini gören Ebû Ubeyd, hem ilim hem de siyaset çevresi üzerine büyük bir etki bırakmıştır. Bu nedenle de farklı mezhep biyograficisi tarafından paylaşılamamıştır. Nitekim kimi Şâfiî tabakât yazarları, Ebû Ubeyd’i İmam Şâfiî’nin müntesibinden saymıştır. Buna mukabil bazı Hanbelî tabakât yazarları Ebû Ubeyd’i Hanbelî fukahâsının tabakâtı içinde zikretmiştir. Ancak Ebû Ubeyd’in herhangi bir mezhebin müntesibi değil, müstakil bir müctehid olarak görülmesinin daha doğru olacağı kanaati hâsıl olmuştur. Zira onun, kendi eserlerinde İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’den ziyade daha çok İmam Mâlik’e atıf yapması ve bazen Ebû Hanîfe ve imameynin görüşlerine müracaat etmesi bunu göstermektedir. Fakih ve muhaddis yönleriyle ön plana çıkan Ebû Ubeyd, özellikle bu iki ilimle sıkı ilişkisi olan nesih konusu hakkında derin bir bilgi elde etmiş ve bu konuda en-Nâsiḫ ve’l-mensûḫ fi’l-Ḳurʾâni’l-ʿazîz ve mâ fîhi mine’l-ferâʾiż ve’s-sünen adında nadide bir eser kaleme almıştır. Ebû Ubeyd’in nesih anlayışı ortaya konulurken temel kaynak olarak en-Nâsiḫ ve’l-mensûḫ adlı eserine başvurulmuştur. Bunun yanı sıra onun başta Kitâbu’l-emvâl adlı eseri olmak üzere konuyla alakası bulunan diğer çalışmaları da müracaat edilen birinci el kaynaklar arasında yer almıştır. Onun nesihle ilgili yaklaşımını, konuya ilişkin sarf ettiği ifadelerinden ve bu minvalde verdiği örneklerden hareketle tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda da çalışmada Ebû Ubeyd’in nesih mahiyetine ve çerçevesine yönelik yaklaşımı ve birbirlerini neshedebilen delillerle ilgili görüşleri irdelenmiştir. Ebû Ubeyd neshi, “şer‘î hükmün sonradan gelen şer‘î bir delille ortadan kaldırılması” şeklinde usûldeki yerleşik anlamıyla değil, “şer‘î bir hükmün sonradan gelen bir delille değişikliğe uğraması” olarak daha geniş bir anlamda ele almıştır. Bu çerçevede neshi, yaygın manasının yanı sıra âmmın tahsisi, mutlakın takyidi, mücmelin beyanı, yanlış bir anlayışın düzeltilmesi ve genel bir hükümden yapılan istisna için de kullanmıştır. Bu da sahâbe, tâbiîn ve ilk dönme âlimlerin nesih anlayışı olarak bilinmektedir. Ancak Ebû Ubeyd’in İmam Şâfiî’nin yaşıtı olmasına rağmen ve eserlerini istinsah edip istifade ettiği halde, onun benimsediği nesih anlayışını değil de selefin konuya ilişkin yaklaşımını tercih etmesi dikkat çekicidir. Bunun araştırılması önem arz etmektedir. Ebû Ubeyd birbirlerini neshedebilecek durumda olan şer‘î deliller hususunda cumhurun yaklaşımını benimsemiştir. Ona göre Kur’an ayetleri birbirlerinineshedebilir. Bununla ilgili birçok örnek vermiştir. Burada dikkat çeken diğer bir husus, Ebû Ubeyd’in Kur’an ayeti için kullanılan nesih kavramını, levh-i mahfuz’dan istinsah etmek, tilaveti baki olup hükmü ortadan kalkan ayet ve hem hükmü hem de tilaveti birlikte iptal edilip insanların kalplerinden çıkarılan ayet şeklinde farklı anlamlarda kullanmasıdır. Ebû Ubeyd, sünnetin sünnet ile neshi konusunda âhâd ve mütevâtir ayrımı yapmaksızın mutlak olarak sünnetin sünnet ile neshedilebileceğini ifade etmiştir. Fakat âhâd sünnetin kendi benzeriyle neshedildiğine dair birçok örnek vermesine rağmen mütevâtirin kendi benzeriyle veya âhâdla ve âhâd sünnetin mütevâtir sünnetle neshedilmesine dair herhangi bir örneğe rastlanılmamıştır. Konuyla ilgili serdettiği ifadelerinden anlaşıldığı kadarıyla Ebû Ubeyd, hem mütevâtir hem de âhâd sünnetin Kur’an ile neshedebileceğini caiz görmüştür. Ancak ilgili çalışmalarında âhâd sünnetin Kur’an ile neshedilmesi kısmına örnek bulunurken diğeri için herhangi bir örnek bulunmamaktadır. Kur’an’ın sünnet ile neshedilebileceği konusuna ilişkin net ifadesi bulunmamakla beraber verdiği bazı örneklerden buna cevaz verdiği anlaşılmaktadır.Öğe ŞÂFİÎ MEZHEBİNDE “TARÎK” KAVRAMININ KULLANIMI VE İŞLEVİ(Kilis 7 Aralık Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2022) Nas, TahaŞâfiî mezhebinin gelişiminin önemli merhalelerinden biri, hicri dördüncü asır itibariyle ortaya çıkan ve “tarîk” diye isimlendirilen Irak ve Horasan şeklindeki ekolleşmedir. Şâfiî fıkhının daha iyi anlaşılması açısından Şâfiî fakihlerin kullandıkları bu ıstılahlardan tam olarak ne kast ettikleri, oluşan ekolleşmenin ne zaman ve nasıl başladığı, farklı yönlerinin neler olduğu, ne tür sonuçlar doğurduğu, bunları tek çizgide birleştirme çabalarının nasıl geliştiği ve kimler tarafından buna katkı sunulduğu hususlarının incelenip araştırılması büyük önem arz etmektedir. Bu sebeple “tarîk” kavramı, tarîklerin ortaya çıkışı ve bunlara mensup fakihler, tarîkler arasındaki ihtilafın mahiyeti, bunları telif veya birini tercih ve tercihte kullanılan ifadeler incelenmiştir. Nevevî’nin söylediklerinden anlaşılan tarik ve türevleri, mezhepteki farklı kavil, vecih, tahric ve tercihlerin rivayet ve aktarımı ile ilgili oluşan ihtilafın bir neticesi olarak ortaya çıkan bir kavramlaşmadır. Yani Şafiî fakihlerden biri bir konuda “iki kavil veya iki vecih var” derken diğer biri “bir tek kavil” veya “bir tek vecih var” derse ya da biri bir konuda “mutlak ihtilaf var” derken diğeri “konunun izah gerektirdiğini” söylerse, mezhebin aktarımında tarik manasında bir ihtilaf oluşmuş demektir. Şâfiî fakihlerin ifadelerinden çok sayıda tarikin oluştuğu anlaşılmakla birlikte belirli bir isimle anılmış olup bilinen iki tarik bulunmakta olup bunlar Irak ve Horasan tarikleridir. Nevevî’nin ifade ettiğine göre, Şâfiî’nin açık ifadelerini, mezhebinin kaidelerini ve ilk dönem Şâfiî fakihlerin görüşlerini aktarma noktasında Irak tarikine mensup fakihler, Horasan tarikine mensup fakihlerden daha sağlam ve başarılıdır. Horasanlılar ise genelde aktardıkları bu metinler üzerindeki tasarruf, araştırma, tefrî‘ ve düzenleme hususlarında Iraklılara göre daha başarılı olup bunları daha güzel işlemişlerdir. Şâfiî’nin bıraktığı fıkıh birikimi, onun talebeleri ve sonraki müntesipleri tarafından devam ettirilmiş ve Ebû İshak el-Mervezî’ye kadar mezhep tek çizgi şeklinde gelişimini sürdürmüş, tarik şeklindeki ayrışma ise onun talebeleriyle başlamıştır. Bunlardan Bağdat’ta tedris faaliyetini sürdürmek üzere hocasının yerine geçen Ebu’l-Kâsım ed-Dârekî ile Merv’de ders halkası tesis eden Ebû Zeyd el-Mervezî’ye tariklerin ortaya çıkması nispet edilebilir. Zira Bu iki fakihten sonra gerek Bağdat’ta gerekse Horasan’da iki tarik artık belirginleşmiş ve tarikin imamı olarak nitelenen şahsiyetler ortaya çıkmıştır. Irak tarikinin imamı Ebû Hâmid el-İsferâyînî ve Horasan tarikinin imamı Ebû Bekr el-Kaffâl es-Sağîr kabul edilmektedir. Bunların ardından yaklaşık üç yüz yıl boyunca yetişen fakihlerin çoğu ve onların ortaya koydukları eserler bu iki tarikten biriyle irtibatlı olmuştur. Bunun neticesi, iki tarik arasında, sonraki fukahâyı rahatsız edecek şekilde, çok sayıda ihtilaf noktası ortaya çıkmıştır. Bu ihtilaflar, çeşitli düzeylerde olup, her zaman tam bir zıtlık şeklinde değilse de kimi zaman birinin söylediğinin tam tersini diğeri ifade eder tarzda olmuştur. Bu durum bazı Şafiî fukahâsının, ellerindeki çok sayıda eserde bulunan vecih ve tarikler arasındaki farkları giderme, onları uzlaştırma ameliyesine başvurmalarına sebep olmuştur. Bu manadaki ilk teşebbüs Ebû Ali es-Sincî ile başlamış, Cüveynî, Rûyanî, Gazzâlî, İmranî, Mu‘âfî ve İbnü’s-Salâh ile devam etmiştir. Tarikler arası uzlaştırma çabası içine girip bunu daha ileri bir seviyeye ulaştıran fakihlerden biri Râfiî olup onun faaliyetleri Nevevî’nin bu konudaki çalışmalarına temel teşkil etmiştir. Kendisinden önceki bu uzlaştırma çabalarından da istifade eden Nevevî, Râfiî’den farklı olarak, her iki ekolün dışından ikisine de tarafsız bir bakış açısıyla yaklaşmıştır. Eserlerinde o, Irak ve Horasan ayırımını açık bir şekilde, Irakiyyûn ve Horasaniyyûn ifadelerini sık sık kullanarak ifade etmekte ve bunları telif veya tercih etmektedir. Mezhebin aktarımındaki ihtilafı ifade eden tariklerin arasındaki karşıtlığı dile getirip onları uzlaştırmaya çalışan Râfiî ve Nevevî, mezhepte mutemet olan, tercih edilen görüşü ifade etmek için genelde el-mezhep ıstılahını kullanmışlardır.Öğe ŞAFİİ MEZHEBİNİN İKİ TEMEL KAVRAMI: VECH VE ASHABÜ’L-VÜCÛH –KULLANIM VE İŞLEVT-(e-Şarkıyat İlmi Araştırmalar Dergisi, 2022) Nas, TahaBütün mezheplerde olduğu gibi Şâfiî Mezhebi de gelişimini sürdürürken çeşitli evrelerden geçmiş ve bu süreçte mezhebin gelişim merhalelerini belirleyen ve anlaşılmasını sağlayan ıstılahlar oluşmuştur. Bunlardan biri, mezhebin müçtehit tabakaları arasında üçüncü derecede yer alan müçtehitleri ifade eden “ashâbü’l-vücûh” ile bunların görüşlerini ifade eden “vech” ıstılahıdır. Bu çalışmada Şâfiî fakihlerin vech ıstılahından ne anladıkları ve vecihler arasında ihtilafın vuku bulması durumunda tercih kriterlerinin neler olduğu incelenmiştir. Ayrıca Şâfiî fakihler arasında ihtilaf konusu hususlardan biri olan ve tespiti son derece zor olup detaylı araştırmaları gerektiren ashâbü’l-vücûh ıstılahından ne kastedildiği, bu kategoride yer alacak müçtehitlerde bulunması gereken niteliklerin neler olduğu ortaya konulmuştur. Yine bu kategorideki müçtehitlerin belirlenmesinde farklı bakış açılarının bulunup bulunmadığı hususları incelenmiş ve bununla ilgili çeşitli değerlendirmeler yapılmıştır. Ayrıca Şâfiî fakihler tarafından ashâbü’l-vücûh kategorisinde olduğu ifade edilen müçtehitlerin bir listesi ve bunların mezhepteki rolü ile bu tabakada olup olmadığı ihtilaf konusu olan fakihlerle ilgili yapılan değerlendirmelere de bu çalışmada yer verilmiştir.Öğe TEKLÎFÎ HÜKÜMLERE KÜLLÎ BAKIŞ: ŞÂTIBÎ ÖRNEĞİ(2016) Nas, TahaŞâtıbî, bütün ahkâmı küllî esaslara, temel maslahatlara dayandırma çabası içinde olduğu gibi, teklîfî hükümleri de bu bakış açısıyla ele alır. Bu çerçevede, beş teklîfî hükmü örnekler vererek izah eder. Her birisinin tikel olarak sahip olduğu hükmün, tümel olarak ele alındığında farklılaşacağını ifade eder. Bu değişimin de hizmet ettiği asıl doğrultusunda olduğunu dile getirir. Dolayısıyla yapılması istenilen bir fiilin, yapacak olan kişi veya topluluk tarafından sürekli terk edilmesi ya da yapılmaması istenilen bir fiilin aynı şekilde sürekli yapılması, hizmet ettiği küllî asla zarar vereceğinden hükmü değişecektir. Mubâh olan bir fiilin de olması gerekenin aksine bir eyleme sürekli maruz kalması da hükmün mendûp, vacip, mekruh veya haram şeklinde değişmesine sebep olacaktır.