Psikoloji Bölümü Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 68
  • Öğe
    The role of technological devices in parent-children interactions: The correlated variables of children’s well-being and life satisfaction
    (SAGE Publications Inc., 2024) Kılıman, Sevinç; Ergün, Naif; Aslan, Alper; Göksu, İdris
    This study aims to examine children’s well-being and life satisfaction in terms of various variables related to parents’ and children’s problematic technology usage. Specifically, parent/child responses during their technology use and parents' phubbing and technoference behaviors were considered. The study was conducted with 185 children (8–14) and their parents (mother = 96, father = 89). The data were analyzed by performing correlation analysis, multiple regression analysis, t test, and one-way ANOVA. According to the results, there were negative correlations between children’s life satisfaction and age, children’s technological device (smartphone, computer) usage time, and children/parents responding negatively to each other when engaged in technological devices. Children’s well-being was negatively correlated to their age and children/parents responding negatively to each other when engaged in technological devices. A positive correlation was found between children’s life satisfaction and well-being as well as parents’ phubbing and technoference. According to another result, the well-being of children having their own computer was significantly higher than those who do not have a computer. Finally, children/parents responding negatively to each other when engaged in technological devices negatively predicted the children’s life satisfaction and well-being.
  • Öğe
    28 Şubat'ın Psikolojik Etkileri
    (Muhit Kitap, 2021) Işıker Bedir, Deniz
    28 Şubat süreci hakkında yazılan, söylenen birçok söz oldu, aradan uzun yıllar geçti. Bu konu hakkında birçok farklı çalışma yapıldı. Ancak hâlâ 28 Şubat’ın psikolojik etkileri üzerinde yeterince ve hakkınca konuşulmadı. Çok açık ki bu süreç, deneyimleyenleri açısından etkileri hâlâ devam eden zor bir süreçti. Bu kitapta, bu zamana kadar birçok araştırmacının ilgi ve araştırma “nesne”si olan başörtülü kadını, “içerden” birinin bakış açısıyla anlatma çabası var. Bu içerden bakış, benim 11 yaşımda başımı örtme ve sonrasında hayatımın birçok aşamasında yasağı deneyimleme hikâyemdir aynı zamanda. Çıkış noktası ise 28 Şubat post-modern darbesi sonrası yaşanan kırılmalar ve özellikle başörtülü kadını etkileyen bu darbenin sonrasında olanları anlatmaya çalışmanın kendisi var.
  • Öğe
    Grief Without Touch and Inability to Share the Pain in Pandemic
    (Centar za napredne studije, 2022) Işıker Bedir, Deniz
    Death is one of the most difficult experiences in interpersonal relationships. The loss of a beloved one indeed causes grief and mourning. The aim of this study is to explore traumatic grief experiences together at the time of the COVID-19 pandemic. A traumatic loss adds another layer to the experience of mourning and grief while making this experience more difficult to cope with. The sudden or unexpected occurrence of a loss or as a result of a disease can also be linked to how it is described traumatic. The mourning process is one of the most difficult traumatic experiences to talk about. Feeling the grief at home and without physical contact makes this experience even more challenging. As the world is facing with an unprecedented kind of pandemic, the relatives of the people losing their lives during this period are not only confronting a sudden death but also changing practices of funeral rituals. The fact that funeral rituals cannot be done by observing religious and traditional rules as in the previous periods due to the contagious nature of the COVID-19 people cannot share their grief and sufferings with their beloved ones. Furthermore, failure to perform funeral rituals including funeral ceremonies, condolences and farewells observed at the places of worship at mosques, churches, synagogues or cemevis due to their closure has had and will continue to have severe psychological consequences. It should be kept in mind that mourning and grief experienced after the loss of a beloved one during the COVID-19 pandemic does not change the uniqueness of this experience and the intense feelings that individuals encounter. Accordingly, autoethnographic storytelling method based on the uniqueness of the experience is a very useful method to make sense of this process, and to conduct research on this subject. Through online meetings by using this method, this research is based on the experiences of a participant who lost a beloved one due to the complications of the COVID-19 together with other members of the group. These individuals explained their loss and mourning experiences, and particularly how they experience the mourning process without physical contact during the pandemic. The evaluations made over these experiences demonstrate the significance of physical contact, the chance to say goodbye to the person died and funeral rituals. Keywords: Death, mourning, traumatic grief, Covid-19, autoethnography
  • Öğe
    Travma, Dissosiyasyon ve Hafıza: Teorik ve Epigenetik Bir Yaklaşım
    (Türkiye Klinikleri, 2022) Işıker Bedir, Deniz; Selda, Mercan
    Travma, maruz kalan kişilerin ruhsal bütünlüğünü tehdit eden bir durumdur. Travmatik olay karşısında kişilerin savunma mekanizmalarının yetersiz kaldığı durumlarda, travma sonrası stres bozukluğu ve dissosiyatif bozukluklar başta olmak üzere birçok psikopatoloji ortaya çıkabilmektedir. Özellikle çocukluk çağında yaşanmış travmaların etkisi, dissosiyasyon riskini arttırabilmektedir. Dissosiyasyon ise, bir kişinin çoğunlukla travmatik bir olaya tepki olarak, altta yatan tıbbi bir bozukluğa bağlı olmadan düşünce, duygu, algı veya hatıralara yönelik bilinçte bir farklılaşma durumudur. Dissosiyasyon her ne kadar çocukluk çağında travmanın üstesinden gelmek için kullanılan bir çeşit savunma mekanizması ise de, zaman içinde patolojik bir görünüme dönüşebilir. Travmanın yarattığı bilişsel, duygusal ve fiziksel etkiler üzerine yapılan araştırmalar, travmatik hafızanın kuşaklararası aktarımı olduğunu kanıtlamakta ve son yıllarda bu çalışmalara epigenetik araştırmalar da eşlik etmektedir. Epigenetik, DNA dizisindeki değişikliklerden bağımsız şekilde gen ifadesini etkileyen genom modifikasyonları olarak tanımlanmaktadır. Bu derlemede travma, travma sonrası stres ve dissosiyasyon kavramları tanımlanmış; travmanın kuşaklararası aktarımını kanıta dayalı şekilde ortaya koyan epigenetik araştırmalar ve travmatik hafızanın epigenetik hafıza ile birleştiği noktalar ele alınmıştır. Disiplinlerarası çalışmalardan elde edilen bulgular, bu konunun davranışsal, bilişsel ve epigenetik araştırmalarla çok boyutlu incelenmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
  • Öğe
    Psikoloji Tarihi
    (2023) Işıker Bedir, Deniz
    Psikoloji tarihi alanında yazılmış Türkçe eser açığını kapatma iddiasında olan bu kitapta hem güncel konuları içeren hem de ders kitabı formatında öğrencilerin de ilgisini çeken bir anlatı inşa etmeyi amaçladık. Yine de kitap giriş düzeyinde hazırlandığı için bütün konuları ele alma yahut her teorisyeni detaylı anlatma iddiasında değildir. Kitapta, psikoloji tarihi ile ilgili yazılmış kitapların değinmediği konular olarak psikolojinin dekolonileşmesi, psikolojinin yeni alanları ve Türkiye’deki psikoloji tarihi de işlenmektedir. Bu kitap, merhum Yılmaz Özakpınar'ın kaleme aldığı psikoloji tarihi kitabından sonra, yeni içeriklerin yer aldığı ve ders kitabı formatında Türkçe olarak hazırlanmış ilk psikoloji tarihi kitabı olma özelliği taşıyor.
  • Öğe
    Kudüs Mardin Şehir ve Doku
    (2017) Demirdağ, Muhammed Emin
    Kudüs Mardin Şehir ve Doku
  • Öğe
    Mezopotamya’dan Balkanlar’a Eğitim Köprüsü
    (2018) Demirdağ, Muhammed Emin
    Mezopotamya’dan Balkanlar’a Eğitim Köprüsü
  • Öğe
    Comparison of healthcare workers and non-healthcare workers in terms of obsessive-compulsive and depressive symptoms during COVID-19 pandemic: a longitudinal case-controlled study
    (Frontiers, 2023) Uyar, Betül; Dönmezdil, Süleyman
    Objective: The aim of this study was to investigate the obsessive-compulsive and depressive symptoms of healthcare workers in a case-control setting as longitudinal. Method: In this study included 49 healthcare workers and 47 non-health workers. A sociodemographic data form, the Maudsley Obsessive-Compulsive Inventory (MOCI), the Symptom Checklist-90 (SCL-90), and the Hamilton Depression Rating Scale (HAM-D) were used to assess individuals between June 1, 2020 and June 30, 2021. We assessed the same healthcare workers after 12 months on June 30, 2021 using MOCI, HAM-D, and SCL-90. Results: MOCI and SCL-90 obsessive-compulsive subscale scores were significantly higher in the healthcare workers than in the non-health workers. When we assessed MOCI, HAM-D, and SCL-90 obsessive-compulsive subscale scores after 12 months, there was a statistically significant decrease in the scores of all three scales among the healthcare workers. Conclusion: The results of the study showed that healthcare workers were more likely to have obsessive-compulsive symptoms than non-health workers in the early part of the pandemic on June 1, 2020, as shown by their scores on MOCI and the obsessive-compulsive subscale of SCL-90. When we assessed the same participants after 12 months (June 30, 2021), both MOCI and SCL-90 obsessive-compulsive subscale scores had decreased significantly. In contrast to these results, HAM-D scores significantly increased.
  • Öğe
    Dil ve Mezhep Farklılığı Nedeniyle İmamların Yaşadığı Problemler
    (2022) Demirdağ, Muhammed Emin
    Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde Şâfîî-Kürt halkı yoğun olarak, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşamaktadır. Bu bölgede Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bünyesinde, resmî olarak dinî faaliyet yürüten; anadili Türkçe ve Hanefî mezhebine bağlı imamlarla, anadili Kürtçe ve Şâfîî mezhebine bağlı olan imamlar bulunmaktadır. Bu çalışma, bahse konu olan imamların, imamlık vazifelerini yerine getirirken yaşadıkları deneyimlerden yola çıkarak, Türkiye’deki dinî faaliyetlerin, resmî dilde (Türkçe) ve başat mezhepte (Hanefî) yürütülmesinden kaynaklanan problemleri fenomonolojik açıdan tartışmayı hedeflemektedir. Böylelikle olabildiğince mevzunun tüm yönlerini ortaya koyan bir durum tespiti yapılmak istenmektedir. Bu bağlamda, bahse konu edilen imamların, bölgede görev yaptıkları süre içerisinde, imam arkadaşlarıyla, cemaatle ve bölgede yaşayan halkla ilişkileri incelenmektedir. Çalışma, dil ve mezhep farklılıklarını kendinde barındıran imamların, ekseriyetle Kürt olan cami cemaati ve bölge halkı ile olan ilişkileri bağlamından yaşadıkları bireysel deneyimleri nasıl değerlendirdiklerini göstermeye çalışmaktadır. Yaygın anadilinin Kürtçe, mezhebin ise Şâfiî olduğu bu coğrafyada, dinî faaliyetleri yürütmek için Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından görevlendirilen, Hanefî mezhebine bağlı, anadili Türkçe, çoğunlukla Kürtçeyi ya hiç bilmeyen ya da çok az bildiği varsayılan imamların; Şâfiî mezhebinin dinî uygulamaları ile halkın imamlara başvurduğu çeşitli toplumsal uygulamalarda (nikâh, cenaze, küslerin barıştırılması vb.), mezhep, örf ve adetler konusunda yeterli donanıma sahip olmadıkları görülmektedir. Dolayısıyla çalışma, bu durumun devlet tarafından verilen dinî hizmetin ve toplumsal yaşam çözümlemelerinin niteliğini zayıflattığı iddiasını taşımaktadır.
  • Öğe
    Sosyal Medyada Dayanışma Örneği Olarak “Dua Acenteliği”
    (2021) Demirdağ, Muhammed Emin
    İnsanlar kendileri için dua etmenin yanı sıra başkaları için de dua etmek isterler. Başkası için dua etme istenci sosyal medya platformlarında pek çok farklı şekilde tezahür etse de özetle “Dua isteyen var mı?” şeklindeki içeriklerle kendini göstermektedir. Dua edecek kişiye doğrudan erişme imkânı sunan bu platformların yaygınlaşmasıyla birlikte, sanal ama devamlılığı da olan bir aracı kurum oluştuğu gözlenmektedir. Bu çalışmada dua eksenli etkileşimin incelenmesinde işlevsel bir çerçeve olarak “dua acenteliği” kavramını teklif ederek, mezkûr kavramın belirli kullanıcılarla dayanışma ve etkileşime olanak sağlamasının psikolojik açıdan temellendirilmesini amaçlamaktadır. Dua acenteliği fenomenini keşfedici ve tanımlayıcı bir şekilde açıklayabilmek için sosyal medya üzerinden dua talep edenler ile dua etmek isteyenlerin iletileri toplanarak kategoriler oluşturulmuş, söz konusu ileti içeriklerinin hangi psikolojik istek ve motivasyonlarla kurgulandığı irdelenmiştir. İçerik analizine tabii tutulan bu veriler, bağlamın Türkiye olması nedeniyle, Türkçe Twitter kullanıcılarının kendi adlarına dua edilebileceğini imleyen iletileri arasından rastgele seçilmiştir.
  • Öğe
    Internet Usage Experiences of Primary School Students: A Phenomenological Study
    (2023) Günel, Uğur; Ergün, Naif
    This study deals with primary school students’ experiences with the Internet use to examine the potential risks of Internet use at an early age. To achieve this, a qualitative phenomenological study was designed. The criterion sampling technique was used to determine the study group. The group was composed of 16 thirdand fourth-grade students studying at a public school in the province of Mardin during the 2022–2023 academic year. In the study, data were obtained with a semistructured interview form. Thematic analysis technique was used to analyze the data. The findings of the studyindicated that the primary school students who were interviewed used the Internet with single and multiple digital screens for action, sports, and intelligence games; for content on sites such as YouTube, Netflix, and TikTok; for doing homework and research on Google; and for course applications. It has been found that there are no harmful internet sites that are consciously entered, although sexual content, paid, or infected sites are accidentally entered. It has been concluded that the knowledge of children at an early age about the possible harms of the Internet is at a low level. It is thought that informative guidance studies should be carried out on the conscious use of technology and the Internet for all stakeholders that make up society.
  • Öğe
    Anlatı (Narrative) araştırması
    (2023) Ergün, Naif
    Bu bölümün temel amacı anlatı araştırmanın ne olduğunu, felsefik daya-naklarını ve bir olgunun veya yaşamın anlatı aracılığıyla nasıl inceleneceğinive raporlaştırılacağını ortaya koymaktır. Bunu ortaya koymak için öncelikleanlatının (narrative) kavramsal boyutu, tarihsel gelişimi ve felsefik olgususunulmuştur. Sonra, anlatı araştırmanın genel çerçevesi çizilerek bir anlatınınarşatırmalarda kullanım tarzları ve anlatı araştırma türleri açıklanmıştır. Sonolarak, anlatı araştırmayla verilerin nasıl toplanılacağı ve anlatı araştırmaylaelde edilmiş bir verinin nasıl analiz edilip raporlaştırılacağı tartışılmıştır.
  • Öğe
    Sosyotelizm (Phubbing) ile Ruh Sağlığı Arasındaki İlişki: Boylamsal Bir Araştırma
    (2022) Ergün, Naif
    Sosyotelizm, bireyin toplum içinde yüzyüze iletişimden kopup telefonuyla ilgilenmesi demektir. Bu kavrama ilişkin çalışmaların geçmişi 10 yıllık zaman dilimini geçmemesine karşın alanyazında bu davranış probleminin yıkıcı etkisinin çok fazla olduğu ve birçok sosyopsikolojik olguyla ilişkili olduğu bulunmuştur. Araştırma bulguları dikkate alındığında, sosyotelizmin gerçekten buna sebep olup olmadığını test etmek için deneysel çalışmalara veya boylamsal araştırmalara ihtiyaç duyulduğu belirtilmektedir. Bu amaçla, bu çalışmada sosyotelizmin depresyon, anksiyete ve stresle olan ilişkisinin zaman içindeki değişimini incelemektir. Bu amaç doğrultusunda, çalışmada farklı zamanlarda aynı kişilerden toplanılan verilerin zaman içinde değişimini gözlemleyerek sosyotelizmin depresyon, anksiyete ve stresle olan ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Bu çalışmaya, toplamda 5 farklı üniversiteden gönüllü katılım sağlanmıştır. Çalışma boylamsal bir çalışma olup 6 aylık zaman diliminde iki defa data toplanmıştır. İlk çalışmaya toplamda 96 kişi ve ikinci çalışmaya 165 kişi katılım sağlamıştır. Her iki araştırmaya katılan öğrenci sayısı 64 kişidir. Analiz sonucuna göre, sosyotelizm, depresyon, anksiyet, stress ve akıllı telefon kullanım süresi iki farklı zaman dilimindeki değerler arasında istatistiki açıdan anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Birinci ve ikinci zaman dilimlerindeki Person korelasyon test sonuçlarına göre, sosyotelizm, depresyon, anksiyete ve stres düzeyleri arasında pozitif yönlü orta düzeyde bir ilişki bulunmuştur. Regresyon analizi, verilerin en çok olduğu ikinci zaman dilimi baz alınarak yapılmıştır. Bu analiz sonucuna göre, stress, anksiyete, depresyon, akıllı telefon kullanım süresi birlikte sosyotelizmi anlamlı düzeyde yordamakta ve varyansın %31’ini açıklamaktadır. Ayrıca, stress, anksiyete ve akıllı telefon kullanım süresi sosyotelizmi anlamlı yordarken, depresyon sosyotelizmi anlamlı yordamamaktadır. Sosyotelizm ile ruh sağlığı değişkenleri arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Bu çalışmada elde edilen bulgular literatürdeki diğer çalışmalarla parallelik göstermektedir. Bu durum iki farklı zaman diliminde aynı kişilerden toplanan verilerde de bir farklılık oluşturmamıştır. Dolayısıyla sosyotelizm olgusu salt kesitsel bir durum değil, farklı zaman dilimlerinde toplanan iki veride de aynı sonucu doğurduğu gözlemlenmiştir. Ayrıca, stres ve anksiyetenin sosyotelizmi anlamlı şekilde yordamasından yola çıkarak, aksiyete ve stresli bireylerin sosyotelist davranışlara başvurabileceği yorumu yapılabilir. Bundan dolayı stres ve anksiyete süreçlerinin kontrol edilerek bu davranışın düzeyi düşürülebilir.
  • Öğe
    Refugee Children in the Scope of Mental Health Services at School
    (2022) Bozdağ, Faruk; Ergün, Naif
    Schools play an important role in the psychosocial, academic, and professional development of refugee children. Specifically, psychological counselors and guidance (PCG) experts who provide mental health services in schools have a critical role in this process. The way of approach to the problems, areas of difficulty, support needs, and suggestions of PCG experts who have experience working with refugee children can increase the quality of the services to be provided in this direction. In this study based on qualitative design, the experiences of PCG experts who have worked with refugee children were examined. The data were collected from 38 PCG experts. The data were analyzed with the thematic analysis technique. As a result of the analyses, 27 sub-themes related to six themes were determined: the perceptions of the PCG experts about refugee children, their approach to refugee children, the demands of refugee children, the activities carried out for refugee children, the competence to work with refugee children, and effective intervention proposals for refugee children. It has been determined that PCG experts have a realistic perception of refugee children, they carry out various activities towards refugee children in a professional manner in line with their demands, and they develop various coping methods against difficulties in this process. Although working with refugee children contributes to improving the professional skills of PCG experts, PCG experts need training to giving effective services to refugee children such as non-language-based methods, trauma education, refugee rights, psychoeducation and play therapy activities. Based on PCG experts’ experiences, they offer various recommendations for effective interventions for refugee children. In line with the results obtained, it has been evaluated that school counseling services can be the pioneer of activities to increase positive experiences in order to increase the mental health of refugee children.
  • Öğe
    Durum çalışması (Case study)
    (Çizgi Kitabevi, 2023) Ergün, Naif
    Bu bölümün temel amacı nitel araştırma yöntemlerinden biri olan du-rum çalışmasının ne olduğu, bir olgunun, bir durumun veya bir olayın du-rum çalışmasıyla nasıl inceleneceği ve raporlaştırılacağını ortaya koymaktır.Bu amaç doğrultusunda öncelikle durum çalışmasının genel bir çerçevesiçizilmiştir. Sonra durum çalışmasının tanımı, amacı, felsefesi, içeriği ve tür-leri açıklanmıştır. Son olarak, durum çalışmasıyla yapılacak bir araştırmanınörneklemini oluşturma, veri toplama, verilerin analiz şekilleri ve raporlaştı-rılması tartışılmıştır.
  • Öğe
    Extended Contact with Turks and Syrian Refugees' Intention to Migrate: The Mediating Roles of Ingroup and Outgroup Identification
    (Routledge, 2023) Özkan, Zafer; Ergün, Naif
    Turkey hosts millions of Syrian refugees while very little is known about the factors that relate to their voluntary intentions to return and migrate to Western countries. We proposed that extended contact with the host group members, the mere knowledge of ingroup members having positive interactions with others, can be associated with refugees’ intentions to return and migrate to Western countries. To investigate this idea, we examined associates of both positive and negative extended contact because negativity is also a part of intergroup interactions with a sample of Syrian adults (N = 358). We also examined mediating roles of ingroup identification (identification with Syrians) and identification with the host society (identification with Turks) for the associations between intergroup contact and intentions to migrate. Results revealed that positive and negative extended contact were associated, respectively, with reduced and greater return migration intentions via identification with the host society. Extended positive contact was related to reduced intentions to migrate to the West while negative contact did not have a significant association with the intention to migrate. Ingroup identification was solely associated with increased intentions to return. Intergroup contact and social identification processes maintain a potential to explain the underlying processes behind migration decisions among refugees.
  • Öğe
    COVID-19 Sürecinde Önleyici Davranışlar ile Yaşam Kalitesi Arasındaki İlişkinin İncelenmesi
    (2021) Ergün, Naif; Sakız, Halis
    COVID-19 pandemisini önlemek amacıyla önleyici tedbirlerin (sosyal mesafe, sokağa çıkmama, elleri yıkamak gibi hijyen kurallarına uyma) insanların yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyebileceği düşünülmektedir. Bu bağlamda, virüsün bulaşmasını önlemek amacıyla önleyici davranışlara uyma düzeyi ile insanların yaşam kalitesi arasındaki ilişkinin çeşitli demografik değişkenler açısından incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırma, Mardin Artuklu Üniversitesi 11.04.2020 tarih ve 34233153-050.04.04 sayı kararı ile etik açıdan uygun bulunduktan sonra çalışmanın verileri toplanmaya başlanmıştır. Araştırma, Türkiye’nin yedi bölgesinden 18-64 yaş aralığında toplam 1308 katılımcıyla yürütülmüştür. Araştırma sonuçları, (a) katılımcıların önleyici davranışlara uyma düzeylerinin cinsiyet gibi bazı demografik değişkenlere göre farklılık gösterdiğini, (b) genel anlamda önleyici davranışlara uyma düzeyinin yüksek olduğunu, (c) yaşam kalitesinin coğrafi bölge, cinsiyet ve sosyoekonomik düzeye göre anlamlı düzeyde farklılaştığını, (d) yaşam kalitesi düzeyinin önleyici davranışlarla ilişkili olduğunu, ve (e) el yıkama ve sosyal ortamdan uzak durmanın yaşam kalitesini pozitif; evde kalma ve maske/eldiven kullanmanın ise yaşam kalitesini negatif yordadığını ortaya koymuştur. Elde edilen bu sonuçlar, COVID-19 pandemisi döneminde medikal sonuçlarla birlikte psikolojik, sosyal ve çevresel sonuçların da göz önünde bulundurulması gerektiğini işaret etmektedir.
  • Öğe
    Examination of The Relationship Between Bullying and Screen Addiction among Primary School Students
    (2023) Günel, Uğur; Ergün, Naif
    Bullying is defined as the intentional and persistent negative actions towards one or more individuals. The report of UNESCO in 2019 indicated that one out of every three students going to school is exposed to bullying. For overcoming this problem, most countries are conducting research, enacting laws and implementing prevention interventions. In order to develop the interventions related to bullying, it is important to know the causes and effects of the problems. Research has already indicated many factors such as demographic variables, school type, school environment and class and etc.. Recent studies have emphasized effects of negative content in technology usage on bullying. Screen addiction, which is called excessive and obsessive use of screen tools, is a current term that can be used for types of technology based addictions such as internet, computer-game, television, social media, smartphone addiction. The last few years with the Covid-19 pandemic, the technology usage has significantly increased among young people specifically children. Scholars believe that such a usage of technology may cause technology based addiction. The possibility of an increase in bullying among children has also been considered as a result of exposure to high usage of technology devices. For this reason, this study aims to examine the relationship between the level of screen addiction and bullying tendencies among primary school students. In order to examine the aim of the study, the correlational survey model, which is one of the quantitative research methods, was applied. Before conducting the study, ethical approval was obtained from the Scientific Research and Publishing Ethics Committee of Mardin Artuklu University. In addition, in March-2023, data were collected from both students and their parents after the necessary permissions were obtained from provincial directorate of national education in Mardin, three primary schools in Mardin and parent of the students. A total of 448 students, 226 boys and 222 girls, participated in the study. According to the findings of the study, positive and low correlation was found between students' bullying tendencies and screen addiction levels. This result may be a situation where the role and control of parents over their children of this age is more effective. Controlling contents of technology during usage may prevent children from negative outcomes of technology and this may reduce level of bullying among primary school children.
  • Öğe
    Mülteci Çocukların Sosyal Uyumunda Okulda Kurulan Olumlu Temasın Rolü
    (2021) Ergün, Naif
    Mülteciler, istekleri dışında ülkelerini terk ettiklerinden dolayı göç öncesi ve göç anında bir dizi travmatik olay yaşarlar. Mülteciler göç süreci içinde yaşadıkları travmatik süreçlere ek olarak göç ettikleri yerlerin sosyo-kültürel ortamına uyum sağlamak ve yerel halk tarafından sosyal kabul görmek için de zorlayıcı süreçlerden geçerler. Bu travmatik süreçleri yetişkinler, çocuklar ve kadınlar çok farklı düzeylerde deneyimlemektedirler. Lakin çocukların bu süreçlerden daha fazla etkilendikleri bilinmektedir. Çocukların göç ettikleri yerde sağlıklı bir uyum için olabildiğince hızlı bir şekilde okula kazandırılmaları zaruridir. Çünkü okul diğer sosyal kurumlardan farklı olarak daha kontrol edilebilir bir yapısı olmasından ötürü toplumsal uyum ve kültürlenme süreçleri, daha sağlıklı bir şekilde işletilebilir. Özellikle göç edilen ülkenin dilinin, toplumun kültür ve normlarının öğretilmesi için yapılandırılmış programların uygulanmasında okulun işlevsel önemi elzemdir. Okul, bu açıdan, sosyal uyumun hızlı bir şekilde edinildiği ve bireylerin toplumla bütünleştiği en önemli kurumdur. Bu anlamda mülteci çocukların toplumla bütünleşmeleri için okul yaşantıları son derece önemlidir. Okul dışında kalma ve okuldan erken ayrılma oranları arttıkça mülteci çocukların bulundukları sosyal çevreye uyum sağlamaları da o denli sekteye uğramaktadır. Ayrıca okuldan kopan mülteci çocukların bulundukları ülkede geleceğe umutla bakma düzeylerinin de olumsuz etkilendiği görülmektedir. Yaşanan çeşitli olumsuz yaşantılar ise mülteci çocukların psikolojik açıdan olumsuz etkilenmelerine ve toplumda uyum problemleri yaşamalarına neden olabilmektedir (Kirmayer vd., 2011). Bu açıdan mültecilerin psikolojik açıdan iyi oluşları, sosyal uyumları ve toplumla bütünleşmeleri için okul yaşantılarının önemli bir işlevi bulunmaktadır. Türkiye'de Mart 2021 itibariyle 3,5 milyonu aşkın Suriyeli göçmenin olduğu ve bunların büyük çoğunluğunun, yaklaşık 1.7 milyonunun, çocuk yaşta oldukları bilinmektedir (Mülteciler Derneği, 22.03.2021). Mülteci derneğinin paylaştığı rakamlara bakıldığında zorunlu okul çağında olan Suriyeli mülteci sayısının bir milyonu aşabileceği tahmin edilebilir. Nitekim, UNICEF'in 2019 raporunda, Türkiye'de bir milyon civarında okul çağında olan mülteci çocuğun yaşadığı ama 400 bin civarında mülteci çocuğun okul dışında kaldığı belirtilmektedir. MEB, mülteci çocukların okula katılımlarını sağlamak için Hızlandırılmış Eğitim Programı (HEP) ile yaşı ilerde olan çocuklara bir dizi eğitim vererek yaşıtlarıyla aynı sınıfa geçmelerini sağlayıcı çalışmalar yapmaktadır. Bunu sağlamak üzere, Türkçe dil, sayısal ve okuma yazma becerini geliştirmek için programlar düzenlenerek mülteci çocukların yaygın eğitime katılımları için 12 farklı il merkezinde HEP programları uygulanmaktadır (UNICEF, 2019). Bütün bu çabalara rağmen mülteci çocuklar arasında hala ciddi bir oranda okula devam edemeyen çocukların olduğu görülmektedir. Ayrıca okul ortamında uyum sıkıntıları yaşadıklarından dolayı okulu terk etmek zorunda kalan mülteci çocuklar da bulunmaktadır. Bu oranlara bakıldığında mülteci çocukların önemli bir kısmının okuldan ve okulun sağladığı olanaklardan faydalanamadıkları ve mülteci çocukların toplumsal uyumunun sekteye uğradığı görülmektedir. Bu durum da mülteci çocukların Türkiye toplumuyla bütünleşememelerine neden olacaktır.
  • Öğe
    MÜLTECİLERDE ÇOCUK SAHİBİ OLMA VE OLUMLU YAŞANTILARIN TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU (TSSB) VE DEPRESYON DÜZEYLERİNE ETKİSİ
    (2017) Ergün, Naif
    Giriş: Savaş gibi travmatik bir olayda maruz kalınan şiddet kişide travma sonrası psikolojik roblemler yarattığı gibi mülteci olmak ve göç etmek de bu problemlere neden olabilmektedir. Bu tür travmatik olaylardan sonra hayatta kalanların bir kısmında travma sonrası stress bozukluğu (TSSB), depresyon, anksiyete ve madde kullanımında artış gibi travma sonrası psikolojik rahatsızlık gelişirken büyük bir kısmında ise herhangi bir psikolojik rahatsızlığın gelişmediği görülmektedir. Aynı olaya maruz kalmalarına rağmen neden herkesin aynı şekilde psikolojik rahatsızlık geliştirmediği farklı değişkenler açısından incelenmiş ve kadın olma, geçmişte yaşanan psikiyatrik bir bozukluk, travmatik olayın türü, yaş, travmatik bir olayda kayıp yaşama, sosyal desteğin olmaması gibi durumların travma sonrası psikolojik rahatsızlıklara neden olduğu bulgusuna ulaşılmıştır. Travma sonrası psikolojik bozukluk yaşama riskinin farklı değişkenler açısından ele alınabilir bir olgu olduğu ve bu duruma ilişkin detayların incelenmesi gerektiği fark edilmiştir. Bundan dolayı bu çalışma kapsamında cinsiyet faktörü içinde çocuk sahibi olmanın ve göç edilen kültürde yaşanan olumlu ve olumsuz yaşantıların TSSB ve depresyon ile ilişkisi incelenmiştir. Amaç: Suriye savaşından kaçıp Türkiye’nin Mardin şehrine yerleşen Suriyeli mültecilerin yaş, cinsiyet, göç anında çocuklu olup olmama, savaş öncesi travmatik deneyim ile göç öncesi, göç anı ve göç sonrası yaşantılarının travma sonrası stress bozukluğu (TSSB) ve depresyon düzeyleri ile ilişkisi ele alınmıştır. Kapsam: Araştırmanın çalışma grubu, Mardin’in Kızıltepe ilçesine ve Mardin şehir merkezine göç eden 184 Suriyeli mülteciden oluşmuştur. Sınırlıklar: Bu araştırma Mardin’in Artuklu (merkez ilçe) ve Kızıltepe ilçelerinde ikamet eden 184 Suriyeli mülteciden elde edilen verilerle ve bu verileri toplamak için kullanılan ölçek ve sorularla sınırlıdır. Yöntem: Katılımcılar 18-63 yaş aralığında olup katılımcıların yaş ortalaması 31.12 olarak hesaplanmıştır. Araştırma verileri demografik bilgi formu, Harvard Travma Belirti Ölçeği (HTBÖ) (Arapça uyarlanması Irak’ta yapılmıştır), Depresyon Değerlendirme ölçeği (DDÖ) (Arapça çevirisi mevcuttur) kullanılarak toplanmıştır. Çalışma kapsamında SPSS 23 programıyla çoklu varyans analizi (MANOVA) ve varyans analizi (ANOVA) test teknikleri kullanılmıştır. Bugular: MANOVA öncesi yapılan analizler veri setinin grup örneklem sayısının eşit olduğunu, normal dağılım gösterdiğini ve doğrusallık varsayımını karşıladığını göstermiştir. Box’s test değeri reddedilememesine rağmen normal dağılım ve örneklem grubundaki sayının eşit olması ile Box’s test değerinin .001’den küçük olması göz önünde bulundurularak işleme devam edilmiş ve test sonucu doğru kabul edilmiştir. Yapılan MANOVA analizi grubun TSSB ve Depresyon (Pillai’s Trace = 0.16, F(6, 360)= 5.17, p<.001) puanının bazı değişkenler açısından anlamlı farklılıklar içerdiğini göstermiştir. Buna ek olarak, grubun TSSB ve Depresyon puanları açısından anlamlı farklılıklar gösterdiği [TSSB, F(3,180)=6,39, p<.001 ve Depresyon, F(3,180)=10.53, p<.001] belirlenmiştir. Post Hoc testine bakıldığında, çocuk sahibi kadınların TSSB düzeyleri ile çocuk sahibi olmayan kadınların TSSB düzeyleri arasında anlamlı bir farklılığın (p=.001) olduğu aynı farklılığın Depresyon düzeyleri arasında da görüldüğü tespit edilmiştir (p<.001). Buna ek olarak, Post Hoc test sonuçlarına göre, çocuk sahibi kadınların TSSB düzeyleri çocuğu olmayan erkek grubun TSSB düzeyinden de anlamlı farklılık göstermektedir (p=.004). Bu iki grup arasındaki anlamlı farklılık depresyon düzeylerinde de görülmektedir (p<.001). Analizler sonucunda anlamlı çıkan bir diğer sonuç da göç sonrası yaşanan olumsuz durumlar düzeyi ile TSSB ve depresyon düzeyi arasındaki ilişkidir. MANOVA öncesi yapılan analizler veri setinin normal dağıldığını ve doğrusallık varsayımını karşıladığını göstermiştir. Ayrıca Box’s test değerinin de .03 değeri ile ret edilemediği ve Levene’s değerinin de .05 değerinden küçük olduğu görülmüştür. Göç sonrasında sahip olunan pozitif durum ve yaşantı değişkeninin TSSB ve Depresyon (Pillai’s Trace = 0.10, F(6, 360)= 3.26, p=.004) etkisi değişkenler açısından anlamlı derecede farklılık göstermiştir. Buna ek olarak, gruba TSSB ve Depresyon puanlarının farklılığı açısından bakıldığında ANOVA testi sonucunda TSSB, F(3,180)=6,44, p<.001, ve Depresyon, F(3,180)=3.71, p=.013 gruplar arası farklılıkların olduğu görülmüştür. Sonuç: Çocuk sahibi kadınların diğer üç gruba (çocuk sahibi olmayan erkek ve kadınlar ile çocuk sahibi erkek) göre daha yüksek TSSB ve Depresyon düzeyine sahip olduğu görülmektedir. Ayrıca göç sonrası olumsuz yaşantıları çok olanların az olanlara göre TSSB ve Depresyon düzeyleri yüksek bulunmuştur.