Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Politik Kararlar Almada Dindarlığın Etkisi Nedir? Yetişkinler Üzerine Nicel Bir Araştırma(Anadolu İlahiyat Akademisi, 2024) Dökücü, Doğan Bekir; Ayten, AliSeçimler sırasında bireyin oy vereceği adaya veya partiye karar vermesine karşılık gelen politik karar verme, bilişsel bir süreç sonucunda ortaya çıkmaktadır. Seçmenler politik karar verme sürecinde farklı karar verme tarzları kullanmakta ve bireylerin kullandıkları karar verme tarzları bir dizi faktöre bağlı olarak değişmektedir. Bu faktörlerden birinin bireylere hayat tarzı, düşünme sistemi ve dünyaya bakış açısı sunan din ve dindarlık olduğu düşünülmektedir. Bu çerçevede makalede kişilerin politik karar verme tarzları ile dindarlık düzeyleri arasındaki ilişki incelenmiştir. Bununla birlikte oy vermeyi dinî bir görev olarak görmenin dindarlık ile politik karar alma tarzları ilişkisindeki düzenleyici rolü de incelenmiştir. Araştırmanın çalışma grubunu, İstanbul’un farklı ilçelerinde ikamet etmekte olan yaşları 25 - 65 yaş arasında değişen 310 katılımcı oluşturmaktadır. Kişisel Bilgi Formu, Politik Karar Verme Ölçeği ve Dindarlık Ölçeği veri toplamak için kullanılmıştır. Araştırma verileri Kasım-2021 tarihinde yüzyüze şekilde toplanmıştır. Bulgular politik karar verme tarzları ile dindarlık eğilimleri arasında güçlü ilişkilere işaret etmiştir. Nitekim bireylerin dindarlık eğilimleri arttıkça daha hızlı ve daha kolay politik karar vermeyi sağlayan tarzlara yönelik eğilimlerinin arttığı tespit edilmiştir. Dindarlığı daha yüksek olan bireyler hızlı ve sade, bilişsel kısayol temelli, partizan ve içgörüsel karar verme tarzlarına daha fazla eğilim göstermektedir. Dindarlık ile analitik karar verme tarzı arasındaki ilişkiye yönelik yapılan analizlerde ise bu iki değişken arasında ilişki olduğu ve bilgi-ibadet boyutuna yönelik eğilimin analitik karar verme tarzına yönelik eğilimi artırdığı görülmüştür. Yine bulgulara göre oy vermeyi dinî bir görev olarak görme dindarlık ve analitik karar verme arasında düzenleyici etkiye sahiptir. Daha açık bir ifadeyle oy vermeyi dinî bir görev olarak görmenin dindarlığın analitik karar vermeye olan etkisini artırdığı tespit edilmiştir.Öğe Teknoloji-Değer İlişkisi Bağlamında İlerlemeci Tarih Anlayışına Dair Bir Soruşturma(Mustafa Çevik, 2023) Meçin, Mahmutİnsanın varlığa anlam verme çabası olan teknoloji günümüzde hayatın her alanına sirayet eden çok yönlü etkileriyle başta felsefe olmak üzere birçok disiplin için problematik bir alandır. Söz konusu problematik alandan hareket eden bu makale teknolojik gelişmelerin insanlık tarihinde gerçek bir ilerleme kabul edilip edilmeyeceğini soruşturmaktadır. Makalede ilerlemeci tarih anlayışının iddiaları teknoloji ve değer bağlamında tetkik edilerek teknolojinin değer yüküne vurgu yapılırken aynı zamanda bir kültür ve değer varlığı olan insan için ilerlemenin sadece teknik ve nicel gelişmelerden ibaret olmadığı mütalaa edilmektedir. Makalenin sonunda teknolojik ilerlemenin insanlık için bir ilerleme imkânı sunmakla birlikte her teknolojik gelişmenin tarihte bir ilerleme anlamına gelmediği sonucuna varılmıştır.Öğe Cumhuriyet Türkiye'sinin Değişen Din Politikaları ve Seçmeli Din Dersleri(Hiperyayın, 2022) Bala, SabahattinBu eser, Cumhuriyet Türkiye'sinde dini hayatın ve dindar insanların ihtiyaç, eğilim ve taleplerinden çok yönetici elitin hedef ve idealleri çerçevesinde şekillenen din ve din eğitimi politikalarını, bu politikaların din ve DKAB derslerine ne oranda ve ne şekilde yansıdığını, bu derslerde öğretime konu edilen dini yorumun temel karakteristiğini ve nihayet Temel Dini Bilgiler dersinden hareketle son on yıldır okutulan seçmeli din derslerinde öğretime konu edilen dini yorumu; temel felsefesi, referansları ve yönelimleriyle birlikte analiz etmektedir.Öğe MAHALLEMİLER ve EBRULİ KÜLTÜRÜN AĞIRBAŞLILIĞI(Çizgi Kitabevi, 2017) YEŞİLMEN, HALİTGünümüzde küreselleşme konusunda pek çok görüş ortaya konulmakta ve buna dönük çeşitli projeler gündeme gelmektedir. Kendini hissettiren etno-dini merkezli kimlik söylemleri de bu projelerin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Özellikle bu yöndeki konu ve meselelerin küreselleşme söylemleriyle manipüle edilerek zararlı ve çatışmalı ortamlara sürüklenme ihtimali de yüksektir. Bundan dolayı, Mardin ve çevresinde olduğu gibi farklı etno-dini unsurların yüzyılara dayanan birlikteliği, etkileşim dinamikleri çerçevesinde anlaşılabilir. Bu çalışma da, bölgenin asli unsuru olan Mahallemiler özelinde, yerel dinamiklerin anlaşılmasına katkı sunması yönüyle önemlidir.Öğe Kadim Süryani Atasözlerinin Kaynağı ve Rolü (Mardin Örneği)(Folklor/Edebiyat Dergisi, 2020) YEŞİLMEN, HALİTMakalenin konusu, Süryani atasözleridir. Süryaniler, kullandıkları atasözlerinin kaynağı olarak genellikle Kutsal Kitap’ı ve Süryani Büyükleri’nin özdeyişlerini işaret ederler. Kutsal Kitap’ta yer alan sözler, sosyal alana aktarılırken zamanla atasözü formunun oluşmasına kaynaklık etmektedir. Bu durum, özdeyişler için de geçerlidir. Bu açıdan makalede Süryani atasözlerinin kaynağı ve rolü sorgulanmıştır. Bu sorgulama için Mardin ilinden on beş Kadim Süryani ile görüşülmüş ve onlardan atasözleri derlenmiştir. Bununla birlikte, Kutsal Kitap’tan ve özdeyişlerden örnek sözlere de yer verilmiştir. Amaç hem saha çalışmasıyla Süryani atasözlerini tespit etmek ve bunların değerlendirilmesinde genel bir çerçeve belirlemek hem de atasözlerinin Süryaniler açısından oynadığı temel rolü ortaya koymak olmuştur. Süryani atasözlerinin üç temel kaynağı olduğu sonucuna ulaşılmıştır: biri Kutsal Kitap’tır; ikincisi, Kutsal Kitap merkezinde şekillenen Süryani Büyükleri’nin özdeyişleridir; üçüncüsü ise sosyo-kültürel dinamiklerdir. Süryani atasözlerinde iki temel belirleyici yön ve rol saptanmıştır. Birincisi Kutsal Kitap merkezinde öğütlenen erdemli yaşamın aktarılmasına aracılık eden atasözleri, diğeri ise bundan bağımsız bir şekilde, daha çok sosyo-kültürel dinamiklerin ve sosyo-kültürel okuma biçimlerinin belirlediği ve bunların aktarılmasına aracılık eden atasözleridir. Sosyo-kültürel dinamiklere bağlı olarak bu iki rolün zayıfladığı görülmüştür. Genel olarak bu çalışma, derleme yoluyla yeni veriler oluşturarak hem kültürel dinamikleri hem de Süryani kültürünü anlamaya ve yorumlamaya katkı sunmayı hedeflemiştir.Öğe Antropolojik Bir Bulguyla Akıl Yetisini Sosyolojik Olarak Yorumlama İmkânı: Aklın Somut Bir Göstergesi Olarak “Akûle” ve Aklın Rolü(Mardin Artuklu Üniversitesi Yayınları, 2020) YEŞİLMEN, HALİTÇalışmanın konusu olan akıl, bilimsel temel kavramlardan biri olduğu gibi, insanın düşünce yetisi ile birlikte ontolojik bir farkla anılmasına da sebep olmaktadır. Bu çalışmadaki amacımız, aklın sosyal alanda yorumlanmasıyla ilgili olarak somut bir veriden hareketle temel bir başlangıç noktası önermektir. Bu öneri, aklın sosyal yaşamdaki karşılığını/görünürlüğünü ortaya koymak ya da aklın sosyal inşasına yönelik yapılacak olan sorgulamalar açısından da önem arz etmektedir. Ayrıca önerilen yaklaşım, “ağ toplumu” olarak tanımlanan günümüz toplumsal yapının değerlendirilmesinde de önemli görülmektedir. Bu öneri, semantik ve somut değeri ile gündelik yaşamdaki kullanımı birbirine uyan bir araçtan (eşya/alet) hareketle yapılmaktadır. Bu araç, akıl kelimesi ile aynı köke, hatta farksız denilebilecek bir isme sahiptir: Akûle. Rolü itibariyle “akûle”nin, akıl kelimesinin temel anlamı olan “bağlamak” ve “tutmak” mânâlarını doğrudan karşılayan somut bir kullanım biçimi söz konusudur. Akûle; at, katır gibi hayvanlarla taşınan yükün, onları kavrayan halat vasıtasıyla bağlanmalarına aracılık eden bir araçtır. Ham maddesi meşe ağacıdır, yani odundur. Şekli ise “V ile “U” harflerinin şekilleri arasında değişkenlik gösterebilen iki dişli bir çatal görünümündedir. “Akûle”, anlam değerini, rolü itibariyle almaktadır. Onun temel rolü, kavrayan halat yoluyla yükü bağlamak ve tutmaktır. Bu arada kendisi de bağlanmış olur. Çalışmada da “akûle”nin hem “bağlayan” ve “tutan” hem de soyut bir biçimde “bağlantı kuran” özelliklerinden hareket edilmektedir. Hareket noktası, Arapların ve Süryanilerin kullandıkları deyimlerle de desteklenmektedir. Buna göre aklın temel rolü, insanın bağlantı kurma yetisiyle ilişkilendirilmektedir. Akıl, bağlantı kurulan ilişkilerle bütünleşen ayrılmaz bağı üzerinden değerlendirilmektedir. İnsanın kurduğu bağlantı, aynı zamanda sorumluluk yükünü ve kapasitesini de beraberinde getirmektedir ki insan, bu sorumluluğuna ve ilişkilere bağlanarak sosyal alanda var olur. Başka bir ifadeyle, aklın sosyal yeri ya da sosyal akıl, sosyal ilişkilere göre belirlilik kazanmaktadır. Dolayısıyla her sosyal ilişkinin içerisinde saklı olan, yani doğrudan fark edilmeyen bir akıl/akûle alanının ya da aklın olduğunu söylemek mümkündür. Bu akıl, ilişki ağının varlığını da belirlemektedir.Öğe DİJİTAL ONTOLOJİYE DOĞRU TOPLUMSALLIĞIN DEĞİŞİMİ VE DİN(Kriter Yayınevi, 2022) YEŞİLMEN, HALİTİnsanın ve toplumsallığın yeniden tanımlandığı posthüman süreçte din ve dini yaşamın etkilenmesi kaçınılmaz. Dolayısıyla içinde olunan değişim sürecinin posthüman projelerle ilişkisi sorgulanabilir. Posthüman dönem açısından gelinen noktada bu çalışma, değişimdeki yönelişe dikkat çekerek toplumsallık zemininin evirilişini ve kategorik/genel anlamda dinin geleceğini problem etmektedir. Dijitalleşme sürecinde toplumsallığın nereye doğru evirildiği, bu süreç içerisinde dinin statüsü ve dine biçilen rol ile ilgili tespitlerde bulunmak amaçlanmaktadır. Posthüman dönemde dijital veri, veri akışı, bilgi teknolojileri ve yapay zekâ üzerinden Büyük Veri (Big Data) temelinde yeni bir bilişsel sistemin, daha doğrusu MBS’nin (Mekanik Bilişsel Sistem) inşası söz konusudur. Büyük veri, gerçekliği kendi zemininde üretmek üzere insan ve toplumsallığı yeniden inşa etmeye yönelmektedir. Bu doğrultuda dijitalleşme vazgeçilmez gibidir; çünkü yeni sis tem, dijital bir zeminin/ontolojinin/altyapının inşasını doğrudan içerir. Bu sistem içerisinde insan, bu defa moderniteden farklı olarak posthümanist projelere uygun bir şekilde “özne” olmaktan çıkmakta, sistem lehine “nesne-özne” (nesne insan, özne sistem) konumuna düşmektedir.İnsana, insanı da içeren teknolojik evrim perspektifiyle teknik bir konum ve rol tayin edilmekte, bu doğrultuda toplumsallık yeniden tanımlanmaktadır. İnsanı merkez olmaktan çıkarması yönüyle MBS’nin, posthümanist bir dijital ontoloji tasarımı olduğu söylenebilir: Bu tasarımda insana, sistem lehine çeşitli devre elemanlarından biri olmak rolü tanınır. İnsan bedeni ve diğer canlı organizmaları da içerecek bir şekilde programlanabilir, veri akışına dâhil edilebilir ve tasarlanabilir her türlü üretim, dijital ontolojinin bir parçası ve inşası niteliğindedir. Veri akışı sistemiyle her açıdan insan yaşamının, doğa organizmalarının, hatta iklimin kontrol ve takip edilerek “iyileştirilmesi”, aslında dijital ontolojideki işlemsel yönelimin bir ürünüdür. Doğa ve insanı MBS’nin içerisinde belirle mek/üretmek de dijital ontolojinin eylem biçimlerindedir. Kısaca sistem, insanı ve varlığı, Tanrı iradesinde (MBS veya veri akışı sisteminde) konumlandırır. Tabiat tanrıçasının ve ondan bağımsız olmayan varlığın (Tanrı’nın iradesine hizmet etmenin) taklit versiyonu gibi düşünülebilir. Bütün bir haliyle yeni bir din biçimidir: Dijital Din. MBS, devasa bir hesap makinesi gibi toplumsallığı ve varlığın her hücresini, onların durumlarını hesaplayabilmek için teknik bir yönelimle ve veri akışı devrelerinde yeniden konumlandırır. Bir açıdan varlık hem somut devreler hem içerik olarak hesap makinesinin içerisine indirgenmiş gibidir. Yeni konumlandırmada her şeyin MBS içerisinde hesaplanabilir bir yerde durması gerekir. Kendi eylem planında sistem, varlığı ve toplumsallığı hesaplanabilir bir konuma çekerek inşa olunur. Dolayısıyla yaşam, her yönüyle hesaplanabilir olmalıdır. Bu açıdan sistem, sekülerlikle dopdoludur: Seküler Din.Öğe Tekn(oloj)ik Hinterlant ve Din(Çizgi Kitabevi, 2022) YEŞİLMEN, HALİTDijitalleşme aşamasında iyice belirgin hale gelen sosyal yaşamı “tasarımlanabilir” ve “hesaplanabilir” kılma eğilimi, kontrol etme sürecinin bir parçasıdır. Bu da sekülerizmin, daha doğrusu sekülerizme kaynaklık eden yapının gizil bir şekilde varlığını devam ettirdiğinin ipuçlarını sunar. Burada klasik sekülerleşme yaklaşımında vurgulanan dinin yokluğu değil, dinin kontrol edilen hinterlant içerisine taşınması ön plandadır. Bu çerçevede Tanrı’nın konuşması veya ne söylediği değil, onun seküler alan adına konuş(turul)ması, ideolojileştirilmesi ve tasarımlanması süreçleri/stratejileri önem kazanır. Burada hesaplamak ve hesaplayarak kontrol etmek, temel bir karakter olarak kendini gösterir. Konu sadece kontrol yöneliminden ibaret değildir. Çünkü bunu besleyen ve buna zemin oluşturan temel bir altyapı söz konusudur ki bu da “teknik olgusu”dur. Teknik, Weber’in yaklaşımında öne çıkan rasyonelitenin formel (biçimsel) boyutuna gönderme yapmakla birlikte, bunun işleyiş biçimini de vurgular. Teknik olgusu hem sekülerizmin hem de dijitalleşmenin ortak paydası niteliğindedir. Fakat belirtilen paydaşlarla da kısıtlı değildir, çünkü insanın temel yapıtaşlarından biri olması hasebiyle tarihsel açıdan modern dönemle sınırlandırılmayacak bir kökene sahiptir. Bununla birlikte teknik olgusunun; Bilimsel Devrim, Aydınlanma, sanayi/endüstri devrimleri ve modernleşme gibi süreçlerle yapılanmak üzere ortaya çıkma imkânı bulduğu, teknoloji yoluyla günümüzde kendi somut hinterlantını inşa etmek kapasitesine kavuştuğu söylenebilir. Bu çerçevede teknik olgusunun belirme biçimleri geniş bir yelpazede kendini gösterir. Geçmiş asırlara nazaran günümüzde dikkat çeken husus ise teknik olgusunun tezahür ettiği alanların (sanayileşme, bilim, teknoloji, dijitalleşme aygıtları, kitle iletişim araçları, sanal sosyal medya ortamları, hesaplanabilir toplumsal yaşam standartları, akıllı kentler, mikro cisimli kişisel sağlık asistanları, nesnelerin interneti) bir aradalığa doğru ilerleyişidir. Söz konusu toparlanma veya bir araya gelme, Batı ülkeleriyle müşahhas bir hâl almış gibi görünse de, aslında onları da belirleyen, küreselleşme olgusuyla birlikte insanı ve sosyo-kültürel yaşamı kuşatan bir kapasiteye doğru ilerlemektedir. Başka bir deyişle, belirtilen bir aradalığın etkisi, küreselleşme vurgusuyla uluslararası sahada olduğu kadar yerelde de geçerli görülebilir, çünkü sosyo-kültürel yaşam, her geçen gün teknik standartlara evirilmektedir; yani teknik, günümüzde mücessem bir yapı kazanmaya doğru ilerlemektedir. “Tekn(oloj)ik hinterlant” diyebileceğimiz bu mücessem durum, sekülerizmi ve sekülerleşmeyi, kısaca seküler(izm)leşmeyi destekleyen bir yapıdadır. Teknik/dijital olgusu ve tekn(oloj)ik hinterlantın her zamankinden daha fazla belirleyici olması, sekülerizmin ve sekülerleşmenin çağdaş teknolojinin yönelimi açısından da gözden geçirilmesini zorunlu kılar. Bunun için kitapta hem mevcut değerlendirmeleri dışlamayan hem de teknik/dijital olgusu ve tekn(oloj)ik hinterlantı dikkate alan bir bakış açısına ve tanımlamaya gidilmektedir. Tabi buna geçmeden önce önemli bir hususa açıklık getirmek gerekir ki o da “kapalı tutarlılık” olgusudur. Teknik/dijital olgusu bağlamında seküler zemin, kendi içinde “tutarlı” bir işleyişe sahiptir. Buradaki tutarlılık, işleyişin teknik işlem birimleri ve teknik işlemle sınırlı olmasından dolayı “kapalı” olma özelliğiyle de ön plandadır. Bu yönüyle kapalı tutarlılık kavramı, kitabın açıklamalarını özetler mahiyettedir.Öğe Farklı Etnik Gruplar Arası Etkileşimlerde Atasözlerinin Rolü: Süryaniler ve Mahallemiler Arasında Bir Karşılaştırma(2020) YEŞİLMEN, HALİTMakalede atasözlerinin farklı grupların etkileşimlerindeki rolü konu edilmiştir. Konu, Mardin’de yaşayan Süryani ve Mahallemilerin kullandıkları atasözleri ile sınırlandırılmıştır. Atasözleri, biri Mahallemilerle diğeri Süryanilerle ilgili olmak üzere ayrı ayrı yapılmış olan ve görüşmeye dayalı iki alan çalışmasından elde edilen verilere göre seçilmiştir. Amaç, atasözlerinin gruplar arası etkileşimlerde hem grubun farklılığını koruduğunu hem de gruplar arasında ortak bir anlam ve değerlendirme alanının oluşmasına aracılık ettiğini ortaya koymak olmuştur. Amaç doğrultusunda sadece grup içinde kullanılan atasözleri ile ortak kullanımda olan atasözleri karşılaştırılarak değerlendirilmiştir. Çalışmanın sonucunda, sadece grup içinde kullanılan atasözlerinin farklı sosyo-kültürel öğeler taşıdığı ve bu açıdan grubun farklı okuma biçimini korumasına aracılık ettiği görülmüştür. Benzer sosyal dinamikleri ve hassasiyetleri barındıran atasözlerinin ise olayları okuma ve değerlendirme biçimi açısından ortak bir kullanım değeri kazanarak gruplar arasındaki sınırların yumuşamasına aracılık ettiği neticesine ulaşılmıştır. Bu açıdan makale, Süryani atasözleri ile ilgili yapılacak olan çalışmalara, genel anlamda da kültürel süreçlerin açıklanmasına katkı sunmayı hedeflemektedirÖğe Yitik Bir Miras: Karizmatik Dini Lider Hanna Dolabani’nin İzinde Hikmet Arayışı(Mardin Artuklu Üniversitesi Yayınları, 2020) YEŞİLMEN, HALİT21. yüzyıldaki sosyal etkileşimler her geçen gün yüzeyselleşmeye sürüklenmektedir. Sözün ve sözlü kültürün zayıfladığı, dijital dilin yükselişe geçtiği bu süreçte sosyo-kültürel yaşamın canlılığı, dinamikleri, derinliği ve ruhu aramızdan sıyrılarak yok olurken metal ve makine soğukluğunda bir ayrımlaşma da kendini gösteriyor. Bu süreç, adeta uyuşturucu gibi düşük yaş oranlarına varıncaya kadar yaygınlık kazanmış gibi görünüyor. Yaşamın ve hayatın özünü, daha doğrusu öz sorumluluğunu taşıyabilen insan sayısı her geçen gün azalıyor. Arayış heyecanı bile değerini kaybetmekte. Dijital kültürün yaygınlık kazanmasının yanı sıra hikmet ve irfan ehli örnek insanların yokluğu da bizi gitgide mekanik eylemsellik ve kurgusal konumlanmayla baş başa bırakıyor. Hikmet potansiyeli, git gide tüm dünyada yaygınlaşan mekanikleşme ve dijital arayüz formunun sosyal alanı dönüştürme tehdidiyle mücadele etmek için de önemlidir. Bu açıdan günümüzde hikmet ehlinin örnekliğine her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Kaldı ki bu coğrafya (genel olarak Osmanlı coğrafyası ve onun mirasçısı olan Türkiye, özelde ise Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Mardin), farklı din müntesiplerinin hikmet ve irfanıyla yoğrulmuş bir mayaya ve değere sahiptir. Süryani Kadim Ortodoks cemaatinden “Mor Filüksinos Hanna Dolabani” (1885-1969) bunlardan biridir. Çalışmanın konusu da belirtilen zaviyeden Hanna Dolabani’nin işaret ettiği “hikmet” ile ilgilidir. Bu doğrultuda öncelikle Hanna Dolabani’nin hayatı ve öne çıkan özellikleri üzerinde durulmuş, hikmet mefhumuna dikkat çekilmiştir. Çalışmanın sonunda ise ondan kalan mirasın günümüze ve geleceğe taşınabilmesi için örnek niteliğinde bazı sorumluluklara işaret edilmiştir.Öğe Kavram, Önerme ve Kıyas Bağlamında İhvân-I Safâ’nın Mantık İlmine Yaklaşımı(FIRAT ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ, 2022) Meçin, Mahmutİhvân-ı Safâ, İslâm düşünce tarihinde ilk bilimsel ansiklopedi tarzında risaleler kaleme alan bir grup düşünür olarak bilinmektedir. Dinî ve siyasî çekişmelerin yoğun yaşandığı bir dönemde Basra dolaylarında ortaya çıkan İhvân-ı Safâ, hurafelerle özünden uzaklaştığını iddia ettikleri dinin özüne dönmesi için yegâne yolun felsefe olduğuna inanır. Bu amaçla eklektik bir tutumla dinî, ilmî ve felsefî olmak üzere ulaşabildiği her türlü bilgiyi kullanan İhvân’ın ilim ve hikmete bakışları İslâm düşüncesinin klasik çağının bilim anlayışını anlamada önemlidir. Kaynağı ne olursa olsun doğru buldukları her düşüncenin mirasçısı olduklarını belirten İhvân-ı Safâ, mensuplarına ilimlerden hiçbirine düşman olmamaları, hiçbir kitabı ihmal etmemeleri, hiçbir mezhebe körü körüne bağlanmamaları konusunda tembihlerde bulunur. Bu çalışmada İhvân-ı Safâ’nın geniş bir müktesebata dayanan ilim anlayışları içerisinde mantık ilmine yaklaşımları ele alınacaktır. Mantığı felsefenin ölçüsü ve filozofun gereci olarak tanımlayan İhvân-ı Safâ’ya göre peygamberlikten sonra en yüce uğraş felsefedir. Bu nedenle felsefenin ölçüsü olan mantık da en üstün alet ve ölçü olmalıdır. Çalışmada klasik mantığın ana konuları olan kavram, önerme ve kıyas bağlamında İhvân’ın Risalelerinde mantık ilmine nasıl yaklaştıkları ve bu ilme özgün bir katkı yapıp yapmadıkları üzerinde durulacaktır.Öğe DEVELOPMENT AND VALIDATION OF THE LANGUAGE BARRIER SCALE FOR PRIMARY SCHOOL STUDENTS(International Online Journal of Primary Education, 2022) Öz, Muhammed; Polat, HakkıThis study aims to develop a scale that examines the communication difficulties that migrant and refugee students face in the primary school period, the initial stages of their involvement in the educational process. As a result of a questionnaire administered to 271 primary school teachers via the simple random sampling method, the reliability of the measurement method was found to be .96. As a result of explanatory factor analysis, it was seen that 39 items constituted a four-factor structure (Deprivation, Labeling, Exclusion, and Acceptance). Data were then compiled by administering the scale to 112 teachers again for confirmatory factor analysis. According to the findings, the goodness of fit values were at good levels and the factor structure was validated. “Language-related difficulties” and “language barrier” were found to be two different phenomena. In order to understand the language barrier as a phenomenon that gives continuity to language-related difficulties, it is necessary to develop a perspective that puts students’ school experiences at the center and evaluates them within the context of their own unique conditions. In this context, a perspective that questions the performance-based climate of schools is also needed.Öğe Mecūs Kavramının Tarihsel Arka Planına Işık Tutmak: Cahiliye Döneminden Risalete Arap Yarımadası’nda Sāsānī Varlığı(Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2022) Alıcı, MehmetBu çalışmada Cahiliye döneminden risalete Sāsānīlerin Arap Yarımadası’ndaki dinî ve siyasi varlığı, Kur’an-ı Kerim’in bahse konu ettiği mecūs kavramının tarihsel arka planına temasla irdelenecektir. Bu çerçevede Cahiliye Arabı’nın İran/Pers kültür havzasıyla münasebetinin boyutu, mecūs kavramının odağa alınmasıyla tartışılacaktır. Bu kavramın oluşum sürecinde Ḥīre’nin ve Güney Arabistan’ın Arap-Pers etkileşimindeki kayda değer rolüne temas edilecektir. Özellikle Sāsānī hakimiyetinin Arap Yarımadası’na bakan yüzü olan Ḥīre’nin konumu, kültürel etkileşimin zemini olarak öne çıkmaktadır. Bu yolla Sāsānīlerin bu coğrafyadaki kadim tarihine ışık tutulurken mecūs ifadesiyle dinî bağlama işaret edilecektir. Böylelikle Kur’an’ın kullandığı mecūs kavramının Cahiliye Arabı’nın zihin dünyasında bir karşılığının olduğu ve dolayısıyla Sāsānīlerin dinî anlayışının Arap Yarımadası’nda bu kavram üzerinden varlık bulduğu ortaya çıkarılacaktır. Aynı zamanda risalet sürecinde Mecūsīlere ilişkin onların da Ehl-i kitap gibi kabul edilmeleri hususu, Cahiliye Arabı’nın anlam dünyasıyla arz ettiği paralellik açısından bahse konu edilecektir.Öğe Kant’ın Özgürlük Düşüncesi ve Adorno’nun Negatif Ahlak Felsefesi Bağlamında Radikal Kötülük Tartışması(Beytulhikme An International Journal of Philosophy, 2021) Yıldırım, FerdaKant, insanın kötülüğe doğal bir eğilimi olduğunu iddia ederek bu eğilimi özgürlüğün gerçekleşmesine yönelik bir zemin olarak sunar. Özgür bir varlık olan insanın ahlak yasasına, dolayısıyla ödev ahlakına uygun eylemlerde bulunmasını kötülükten kaçınmak için zorunlu görür. Adorno ise mevcut dünyada Kant’ın varsaydığı türden bir özgürlükten bahsedilemeyeceğini iddia eder. Negatif ahlak felsefesinden hareket eden Adorno, Kant’ın ödev ahlakının mevcut kötülüğü meşrulaştırma aracına dönüşebileceğini göstermeye çalışır. Bu makale Kant’ın özgürlük-kötülük ilişkisi bağlamında radikal kötülük doktrinini nasıl temellendirdiğine ve Adorno’nun Kant’a yönelik itirazlarının negatif ahlak felsefesi bağlamında nasıl ele alınabileceğine odaklanmaktadır.Öğe İslâm Felsefesini Tanımlama Yaklaşımları Üzerine(İlahiyat Tetkikleri Dergisi, 2021) Meçin, Mahmutİslâm’da felsefî geleneğin “İslâm felsefesi” tabiriyle müsemma olması günümüzde artık kabul gören bir tabirdir. Fakat bu tabirin nasıl tanımlandığı ya da tanımlanması gerektiği konusunda bir mutabakattan bahsedilemez. İslâm felsefesine çeşitli açılardan yapılan tanımları eleştirel bir yaklaşımla ele alan bu makale, İslâm felsefesinde bir tanımlama problemi olduğu iddiasından hareket etmektedir. Makalede İslâm felsefesini tarihsel açıdan ele alan ve onu ana kaynakları ile evrensel misyonu bakımından tavsif eden tanımlar iki ayrı başlık altında değerlendirilerek bu tanımların İslâm felsefesinin mahiyeti ve kapsamını ne ölçüde ifade ettikleri tartışılmıştır. Bahse konu edilen tanımlarda terkipte yer alan “İslâm” lafzının, din olarak İslâm’a mı, İslâm medeniyetine mi, İslâm’ın hüküm sürdüğü belli bir coğrafyaya mı, yoksa İslâm’ın ana kaynakları ve evrensel ilkelerine mi işaret ettiği konusunda bir ihtilaf söz konusudur. Çalışmada amaç, mevcut tanımları değerlendirerek İslâm felsefesini sadece bir coğrafî sınıra ve belirli bir tarihî kesite mahkûm etmeden daha kapsamlı bir biçimde tanımlayan yaklaşımları öne çıkarmak ve böylece süregelen tanımlama probleminde alternatif bir çözüm ortaya koymaktır.Öğe Molla Sadrâ’nın Tasavvuf Yorumu ve Dönemin Sözde Mutasavvıflarına Yönelttiği Eleştiriler(Eskiyeni, 2021) Meçin, Mahmutİslâm düşüncesinin bir yenilenme ve muhasebe sürecini yaşadığı klasik sonrası dönem, İslâm felsefesinin dönüşüm geçirerek asıl mecrasını bulduğuna tanıklık eden bir dönemdir. Bu dönemde Antik-Helenistik düşüncenin etkisinin azalmasıyla beraber felsefenin, kelâm ve tasavvuf gibi İslâm düşünce gelenekleriyle etkileşimi artmış ve aralarında önemli sentezler tesis edilmeye çalışılmıştır. İslâm düşüncesinin bütüncül bakış açısını yakalamak için ortaya konulan bu çabaların en mücessem örneklerinden biri Meşşâî, İşrâkî, Ekberî ve kelam okulları arasında hikmetü’l-müteâliye terkibiyle bir uzlaşı tesis etmeye çalışan Molla Sadrâ’nın (1570-1641) çabasıdır. Molla Sadrâ’nın tesis etmeye çalıştığı bu uzlaşıda tasavvufa yaklaşımı ve dönemin mutasavvıflarına yönelttiği eleştiriler bu makalenin konusunu oluşturmaktadır. Makalenin bahse konu ettiği problem, şu sorulara cevap bulmaya çalışmaktadır: Molla Sadrâ’nın temel referansları arasında tasavvuf nerede durmaktadır? Molla Sadrâ’nın tasavvuf anlayışının arka planında hangi isim ve öğretiler bulunmaktadır? Molla Sadrâ kendi dönemindeki mutasavvıflara ne gibi eleştiriler yöneltmiştir? Bir sûfî-filozof (teosof) olarak görülmesine rağmen Molla Sadrâ’nın kendi dönemindeki mutasavvıflara yönelttiği eleştirilerde amacı nedir ve bu eleştiriler nasıl anlaşılmalıdır? Tasavvuf, Sadrâ’nın senteze dayalı felsefesinin karakterini belirleyen en önemli kaynaklardan biridir. Sadrâ’nın tasavvuf anlayışında başta Ekberî geleneğin varlık anlayışı olmak üzere klasik İslam filozoflarının Yeni Eflatuncu düşünceleri ve Sühreverdî’nin İşrâkî öğretilerinin etkisi belirgin bir şekilde kendini göstermektedir. Bilhassa İbnü’l-Arabî’nin vahdetü’l-vücûd anlayışının, Sadrâ’nın tasavvuf anlayışının arka planında en önemli etkiye sahip olduğu söylenebilir. Bununla birlikte Sadrâ yaşadığı dönemde tasavvufu bütünüyle zahirî ritüellerden ibaret gören nazarî bilgiden yoksun mutasavvıflara eleştiriler yönelterek tasavvufu özünden uzaklaştırmalarına karşı çıkar. Sadrâ, artan cehalet, aklî ve nazarî araştırmalardan yoksunluk, süslü söz ve şathiyelerle insanlar nezdinde makam elde etme arzusu ve şeriatın zahirine göre hüküm verme gibi tutum ve davranışlara dikkat çeker. O, bu tür eğilimleri birer cehalet putu olarak değerlendirerek insanı hakikatten uzaklaştıran ve derhal bertaraf edilmesi gereken birer engel olarak kabul eder. Sadrâ’nın eleştirilerinde tasavvufî öğretileri ve geleneğini topyekûn bir eleştiriye tabi tutmaksızın asıl maksadının tasavvufu nazarî boyutundan ve irfanî derinliğinden uzaklaştıran anlayışın tehlikesine karşı uyarmak olduğunu ve belirli şahıs veya kurumları değil, doğru bulmadığı tutum ve inançları hedef aldığını özellikle belirtmesi onun eleştiri üslûbunu dikkate değer kılmaktadır. Makalenin amacı İslâm düşünce ekolleri arasında sağlamaya çalıştığı sentezde Molla Sadrâ’nın tasavvuf yorumunu anlamaya çalışmak ve arif olarak görmediği sözde mutasavvıflara karşı geliştirdiği eleştirilere dikkat çekerek İslâm medeniyetinin eleştiri kültürünü anlamak ve onu bugüne taşımaktır.Öğe Mahmut Kaya, Felsefe ve Ölüm Ötesi (İbn Sînâ, Gazzâlî, İbn Rüşd, Fahreddîn Râzî), (Klasik, İstanbul, 2013, 149 sayfa.)(2019) Tekin, MenciTarihsel süreç içerisinde birçok dinde ahiret inancının varlığını gösteren pek çok bulguya rastlanmaktadır. Örneğin eski Mısırlılar, mumyalanmış soylularını değerli eşyalarıyla birlikte tanrı Osiris’in heykelleriyle mezarlara gömerken, Hindular yeniden bedenlenmeden, Budistler ise yeniden doğumdan bahsetmektedir. Öte yandan Kur’an’da ahiret kelimesi yüz on beş yerde tekrar edilmesinin yanı sıra yeniden diriliş, hesaba çekilme, cennet ve cehennem konularına değinilmektedir. İnsanlar genellikle ahiret hayatının varlığını kabul etseler de ölüm ve ötesi hakkında detaylı bir bilgiye sahip değildirler. Bu nedenle ahiret hayatının mahiyeti, yeniden bedenlenme, ruhun dirilmesi ve nefsin ebediliği gibi problemlere din başta olmak üzere felsefe, tıp, edebiyat ve psikoloji gibi disiplinler çözüm üretmeye çalışmaktadır. Dinin bu problemlere getirdiği çözümlerle beraber felsefenin de çabası yadsınamayacak derecede önem arz etmektedir. İşte tam da bu noktada Mahmut Kaya’nın Felsefe ve Ölüm Ötesi adlı eseri bu çabanın bir gereği olarak ortaya çıkmıştır.Öğe Fârâbî'nin Endülüs'teki İmajı: Endülüslü Filozof Ve Tarihçiler Gözüyle Fârâbî(2017) Bozkurt, BirgülEndülüslü filozofların eserlerinde olduğu gibi tabakât ve tarih yazarlarının eserlerinde de Fârâbî hakkında olumlu bir bakışın bulunması söz konusudur. Bu durum Fârâbî’nin sadece felsefi otoritesiyle ilgili olmayıp mantık, matematik, tıp, müzik gibi pek çok alandaki başarısı ve yaşamındaki mütevazılığını da kapsamaktadır.Öğe PERCEPTION OF ISLAM IN ZOROASTRIAN ZAND LITERATURE(2017) Alıcı, MehmetThis study analyses the perception of Islam presented in Zand literature, namely, the exegetical literature of the Zoroastrian tradition that gradually lost power as a result of Muslim conquests. Zand texts, which grew during the Sasanian era and indicate a lively theological discourse, were codified and took their final form after the Muslim conquests. Zand literature talks about Islam and Muslims in an implicit manner by means of concepts such as Tāzīg (Arab) Ag-dēnīh (evil/superstitious religion). Written for guiding Zoroastrian clergy in every subject, including theology and morals, these texts have a biased and negative attitude towards Islam and Muslims. Zands initially interpret Muslim conquests in an apocalyptic sense and emphasize that the end of world is near and consequently that evil reigns now. On the other hand, due to the obligation of living together with Muslims, Zands advise minimizing relations with Muslims in daily life. They present objections to the doctrinal attitude of Islam and aim at preserving the religious status of Zoroastrians. This paper stresses the view of the Zoroastrian tradition regarding Muslim conquests, the eventual coexistence experience and Islamic theology within the framework of Zands.Öğe Şamanizm: Muğlak Bir Kavramın Anatomisi(Milel ve Nihal İnanç, Kültür ve Mitoloji Araştırmaları Dergisi, 2020) Toprak, BilalŞamanizm kavramı 1950’li yıllarda Mircea Eliade gibi din bilimcilerin ça-lışmalarıyla birlikte anlam genişlemesine uğrayarak daha büyük bir evreni ifade etmek üzere kullanılmaya başlanmıştır. Ancak bugenişleme bir yan-dan geçmişteki dar anlamından önemli izler taşırken bir yandan da muğlak bir alana işaret etmektedir. Bu bağlamda Şamanizm kavramının yaşadığı anlam genişlemesi ve neticesinde ortaya çıkan kimi sorunlardan söz edile-bilir. Bu çalışma dinler tarihi, antropoloji ve arkeoloji gibi alanlar açısın-dan son derece önemli olan Şaman/Şamanizm kavramının tarihsel süreç içerisinde yaşadığı anlam değişikliğini ve bunun oluşturduğu algıyı konu edinmektedir.