İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe KASAP ESNAFINA DAİR FARSÇA YAZILAN ÜÇ FÜTÜVVETNÂME(Turk Kulturu ve Haci Bektas Veli - Arastirma Dergisi, 2022) Doğan Turay, Esra; Baylan, Zivar HüseynliSafeviler dönemiyle başlayan ve Farsça cevanmerd olarak nitelenen fütüvvet ehlinin tarihine, pirlerine, edep ve erkanına yer veren Farsça fütüvvetnameler arasında, kasaplara ait risaleler de mevcuttur. Bu eserlerin yazımı Selçuklular döneminde Büyük Horasan havzasında başlamıştır. Bu eserler 13. yüzyıl Anadolu Ahiliğinin temel kaynakları sayılmıştır. Farsça fütüvvetnamelerde bu meslek Hz. İbrahim’e dayandırılmıştır. Mesleğin piri Hz. Ömer ve Hz.Ali sayılmış, mesleğin kahramanı olarak ise soyu yedi kuşakta Hz. Ali’ye dayanan ve Muhammed Hanefiyye’nin (ö.81) yakın adamlarından sayılan Reyli Cevanmerd-i Gassab kabul edilmiştir. Farsça olarak kaleme alınan fütüvvetnameden ilki ‘’Fütüvvetname-i Gassab’’ adıyla İran Meclis Kütüphanesi 8898 numaralı el yazma mecmuada bulunmaktadır. Molla Muhammed Bagir Meclisi’ye (ö.1699) ait olduğu ve Safeviler döneminde yazıldığı ifade edilmiştir. Diğer risale Ravzatü’ş Şüheda adlı meşhur eserin sahibi olan Molla Hüseyin Vaiz Kaşifi Sebzevari’ye (ö.1504) ait olup ‘’Fütüvvetname-i Sultani’’ adlı eserdeki‘’ Fasl der Beyan-i Gabze-i Kard, Satur, Kardmal ve Tir ‘’başlıklı bölümde yer alır. Üçüncü ve son risale ise ‘’Risaley-i Gassaban ve Sallahan’’ adıyla İran Sipahsalar Medresesi Kütüphanesi el yazmaları arasında yer almaktadır. Müellifi meçhuldür. Kitabet kaydı ise1879 yılıdır. Bu üç eserde kasaplıkla ilgili benzer konular ele alınmış, mesleğin temel prensipleri belirlenmiştir. Kasapların pirleri hakkında detaylı bilgi verilmiştir. Hz.İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban ediş sırrı üzerinde durulmuş, mesleğin pirleri tanıtılmış, mesleğe ait ayet ve hadisler zikredilmiştir. Kasap esnafının edep ve erkanı sıralanmış, kasaplığın ve kasapların ahlaki kuralları soru-cevap şeklinde dikte edilmiştir. Bu makale kasaplık mesleğine dair Farsça Fütüvvetnamelerin tanıtım ve tercümesiyle iki dildeki fütüvvetnamelerin benzerliklerine dikkat çeker. Bu eserlerin birbirinin devamı olduğuna, birlikte okunması ve bilinmesi gerektiğine vurgu yapar.Öğe HAÇLI SEFERLERİNDEN GÜNÜMÜZE DÜŞMAN İSLAM VE HZ. MUHAMMED ALGISI(Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi SBE Dergisi, 2022) Çekiç, AyşeHaçlı seferleri Avrupa dünyasında siyasi, sosyal, ekonomik ve baskın dini gerekçelerle başlatılmıştır. Haçlı seferlerinin gerek Batı dünyasında gerekse de Doğu İslam dünyasında önemli sonuçları olmuştur. Haçlı seferleri esnasında Avrupa muhayyilesinin İslam’a rağmen ve İslam’a karşı kendisini konumlandırdığı noktada daima düşmana ihtiyaç duyacak bir yerde olmaları nasıl anlaşılmalıdır? Haçlı ordularını harekete geçirici düşman “İslam/Müslüman” söylemi ve İslam peygamberi Hz. Muhammed’in algılanışı meselesi Haçlı seferlerinin neden? ve nasıl? tahrik edici sloganı yapılmıştır. Buradan hareketle, Hz. Muhammed ve İslam üzerinden oluşturulan algı ve bu algının oluşmasında Haçlı seferlerinin rolünün ne derece önemli olduğu makalenin üzerinde duracağı ana konudur. Ötekisi ve düşman olarak İslam ve Hz. Muhammed’in tasviri/tanımı Avrupa dünyasında sürdürülebilir bir düşman üreticiliğine yaramıştır. Bu algının Haçlı seferlerinin sürdürülmesi konusunda itici güç unsuru olma durumu ise makalede detaylıca işlenmiş, İslamofobia ile bağlantıları tespit edilmeye çalışılmıştır. Makalede kullanılan yöntem Bergson’un anı-imge ve algı- imge önermesi/metaforudur. Haçlı tarih tasavvurunun İslam’a ve Müslümanlara bakış açısının anlaşılması ve algılanması noktasında bu yöntemin oldukça geçerli olduğunu ifade edebiliriz. Ayrıca İslamofobia’nın bugüne evrilen bağlantılarının yine anı-imge ve algı imge-ile daha somut anlaşılacağını söyleyebiliriz.Öğe 16. Asır Kudüs’ünde Bir İlim Kurumu Taziyye: Medresesi(Hitit Üniversitesi, 2022) Evsen Aydın, EsraÜç semavi din için kutsal kabul edilen, bu nedenle tarih boyunca bu üç dine mensup devletlerin şehre hâkim olma mücadeleleri verdiği, yeryüzünde bu özellikte tek şehir olan Kudüs Müslümanlar için de tarihleri boyunca önemli bir konumda olmuştur. İslam idaresinde olduğu her dönemde Mekke ve Medine’den sonra üçüncü harem kabul edilen, tamamı Mescid-i Aksa olarak anılan Harem-i Şerif alanı başta olmak üzere şehrin her köşesinde Müslüman bir kimlik oluşturmak amacıyla imar ve inşa faaliyetleri devam etmiştir. Coğrafi konumu sebebiyle ticaret merkezi özelliği taşımayan, Haçlı seferlerinin olduğu dönem dışında askeri ve siyasi olarak da merkezi bir konumu olmayan Kudüs, Müslümanların hâkim olduğu zamanlarda mukaddes bir dini merkez olmanın yanında önemli bir ilim merkezi özelliği de taşımıştır. Şehirde inşa edilen medreseler, tekke ve zaviyeler, ribâtlar, hankahlar gibi müstakil dini ve ilmi kurumların yanı sıra Mescid-i Aksa’nın kendisi de sadece ibadet için kullanılan bir mescit olmayıp her zaman cami dersleri, zikir meclisleri, mestabe denilen ve avlusunda kurulan ilim halkalarıyla canlı bir ilim merkezi fonksiyonu icra etmiştir. Şehirde ilim kurumlarının tesisi Eyyûbîler döneminde başlayarak Memlükler ile zirveye ulaşmış, Osmanlılar döneminde ise daha çok mevcut sistemin, kurumların ve bu kurumları ayakta tutan vakıfların muhafazasını sağlayan bir siyaset takip edilmiştir. Osmanlı idaresine geçtikten sonra Kudüs’te bulunan medreselerin işleyişini nasıl devam ettirdiği, vakıf müessesesinin kontrolü gibi konuların anlaşılması için Kudüs medreseleri üzerine yapılacak müstakil çalışmaların sayısının artması önemlidir. Bu alanda literatüre katkı sağlamayı amaçlayan bu makalenin konusu; önemli askeri ve idari hizmetlerde bulunan, ancak ömrünün son demlerinde yaşadığı siyasi sorunların ardından bir tür emeklilik ihsanı olarak Kudüs’te yaşama talebi kabul edilen Memlük emiri Emir Tâz tarafından inşa ettirilen, orta büyüklükte olduğunu düşündüğümüz Tâziyye Medresesi’dir. Mescid-i Aksa çevresinde kurulan ve sayıları elliyi aşan medreseden biri olan Tâziyye, XVI. asırda nüfusu ancak 5 bin civarında olan şehirdeki canlı ilim hayatının bir şahidi olarak Osmanlı devletinin hâkimiyeti döneminde de faaliyetine devam etmiştir. Osmanlı döneminde Arap coğrafyasında bulunan medreselerin yapısını ve işleyişini ele alan literatürde mevcut çalışmalar daha çok vakfiyesi bugüne gelen veya mansıp sahiplerinin ve talebelerinin izinin tabakât kitaplarından sürülebildiği yani hakkında malumata ulaşmanın nispeten kolay olduğu daha büyük ölçekli ve görünürlüğü olan yapılara odaklanmaktadır. Bu makalenin amacı ise, XVI. asırda Kudüs’ün ilmi kurumlarını ve yapısını anlayabilmek için büyük ve görünür bir örneğin değil, şehirde sayıca daha fazla olan ancak hakkında sınırlı miktarda malumata rastlanan orta ölçekli bir örneğin izini sürerek literatüre kazandırmaktır. Bunun için XVI. asırda farklı tarihlere ait Şer̒iyye sicilleri ve mühimme kayıtları ile literatürde mevcut çalışmalara müracaat edilecektir. Kudüs Şer̒iyye sicilleri Arapça olup defterlerin fiziki şartları ve yazı karakterleri sebebiyle okunması konusunda zorluklarla karşılaşıldığı için Türkçe literatürde, merkezine doğrudan bu yerel kaynakları alarak konuyu inceleyen çalışma sayısının az olması nedeniyle bu makale bu yönüyle de alana katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Makale beş başlıktan oluşmaktadır. İlk başlıkta medresenin vâkıfı olan Memlük emiri Emir Tâz hakkında biyografik bilgilere, ikinci başlıkta medresenin mekânsal özelliklerine yer verilmiştir. Medresenin devamlılığı için en önemli unsur olan vakıf gelirlerinin ve bu işleyişte görevli kişilerin ele alındığı üçüncü başlıkta hem medresenin maddi desteğinin büyüklüğü incelenmiş hem işleyişte karşılaşılan bazı sorunlar ortaya konmuştur. Dördüncü başlıkta medresenin tedris faaliyetinin unsurlarına odaklanarak Kudüs medreselerinde mansıpların tevcihi, mansıp elde etmek için rekabet, medresenin tedris kapasitesi ve sunduğu imkânlar gibi konulara Tâziyye Medresesi özelinde yer verilmiştir. Beşinci başlıkta ise medresedeki diğer dini hizmetler incelenmiştir. Vakfiyesi bugüne ulaşmayan medresenin vakıf şartlarının detaylarına ve tarih boyunca değişime uğrayıp uğramadığı bilgisine ulaşmak henüz mümkün olmadığı gibi mevcut malumat tedrisin mahiyetine ve okutulan eserlerin hangileri olduğuna dair de detaylı bilgi elde etme imkânı sunmamaktadır. Kudüs ile alakalı medreseler ve daha büyük çerçevede ilmi hayat ile alakalı çalışmaların sayısı arttıkça literatürde bulunan bu boşlukların da doldurulması mümkün olacaktır.Öğe Dijital Beşerî Bilimler Bağlamında İlahiyat/İslâmî İlimler(İstanbul Üniversitesi, 2022) Saraçoğlu, Tuba NurSon yıllarda dijital beşerî bilimler alanında görülen gelişmeler İslamî ilimleri de kapsayan proje ve çalışmalarla akademinin gündemini meşgul etmektedir. Genel anlamda dijital beşerî bilimler alanının tarihçesi, literatürü ve bu alanlardaki çeşitli çalışmalar Türkçe literatürde yer almıştır. Ancak İslamî ilimlerle ilgili yapılan çalışmalar ve projeler hakkında henüz bir metin kaleme alınmamış, bu alanlara ilgi duyan akademisyen ve araştırmacıların ihtiyacı olan bir yol haritası da henüz oluşturulmamıştır. Bu makalenin hedefi ilahiyat alanında dijital beşerî bilimlerin yöntemlerine ilgi duyan araştırmacılar için bir çerçeve sunmak ve bu alanla ilgili projelerden örnekler sunmaktır. Bu bağlamda elinizdeki makalede günümüze kadar ilahiyat alanında kullanılan dijital imkânlara, veri tabanları ve programlar çerçevesinde değinilecek ardından dijital beşerî bilimlerin çalışma süreçleri, İslamî ilimlerle irtibatlı olarak veri elde etme, veri temizleme, analiz ve görselleştirme kapsamında ele alınacaktır. Dijital beşerî bilimlerin bu alana getirdiği yeni araştırma yöntemleri ve alanla irtibatları ve İslamî ilimlerin geleceği açısından etkisi uzun süre devam edecek projeler de makale boyunca ilgili başlıklarda değerlendirilecektir.Öğe 16-18. Yüzyılda Osmanlı Doğu Vilayetlerinde Safevi/Acem Hacılarıyla İlgili Değerlendirmeler(2019) Doğan Turay, EsraSafevî hacıları Osmanlı Devleti’nin kendilerine belirlediği Şam-Mekke güzergâhına ulaşmak için Erzurum-Urfa-Halep ya da Van-Urfa-Halep bağlantı yollarını kullanmışlardır. İki ülkenin rekabet alanından geçen bu yollar Safevî hacılarını bazen zor durumda bırakmış, tüm İslam coğrafyalarında dokunulmazlığı olan hacı olma durumu Acem hacılarını saldırılardan koruyamamıştır. Hacıları korumak için Osmanlı devleti tarafından tayin edilen Acem Ağası çözümün bir parçası olmak yerine Kürdistan hâkimleri ve yerel halkla işbirliği yaparak sorunun bir parçası haline gelmiş, bu durum çoğu kez Osmanlı sultanları ile Safevî şahları arasında hoşnutsuzluğa sebep olmuştur. Buna rağmen Şii hacıların yolculukları hiçbir dönem kesintiye uğramamıştır. Acem hacılarının iki ülke siyasetinden kaynaklanan bu sıkıntıları Osmanlı resmi belgeleri, Safevî vakayinameleri ve döneme ait seyahatnamelerde açıkça görülmektedirÖğe OSMANLI- SAFEVİ TÜRK ŞÂİRELERİ VE MESNEVİ HAC HATIRALARI(2019) Doğan Turay, Esra19.yy’a değin Türkçe, Arapça ve Farsça olarak bir kadın tarafından yazılan tek hac seyahatnâmesinin 1120-1130/1702-1712’li yıllar arasında Ordubad’lı Safevî bir Türk şâiresine ait Farsça bir eser olduğu bilinmekteyken, 16. yy’da Servet mahlaslı şâire tarafından Türkçe olarak yazılan ve yeni neşr edilen kısa hac hatıratı bu durumu değiştirmiştir. Her ikisi de Türk olan, biri Farsça diğeri ise Türkçe olarak yazılan bu eserlerin müelliflerleri benzer nedenlerle yolculuğa karar vermiştir. Bu eserler kendi coğrafyalarında bir kadın tarafından yazılan en eski manzum hac hatıratı olma özelliği gösterir. Türlerinin tipik birer örneği olan bu mesnevilerden Türkçe yazılanı 135 beyit olup kısa ve öz bir menâzilnâmedirFarsça olarak yazılan mesnevi ise 1200 beyitlik bir sefernâmedir. Her iki şâirenin de adlarının eserlerde zikredilmediği görülmüş, aralarında 200 yıl bulunan müelliflerin ülkelerinin başkentinden başlayan güzergâhları Halep’te birleşmiştir. Safevî şâiresi İsfahan’dan yola çıkarak Anadolu içlerinden kutsal topraklara varmış, Osmanlı şâiresi ise İstanbul’dan başlayarak resmi hac güzergâhıyla Mekke ve Medine’ye ulaşmıştır. Biri Sünni diğeri Şiî olan Ehli Beyt muhibbi iki şâireyi, eserlerini ve yolculuklarını tanıtan ve değerlendiren bu çalışma, özde bu iki hac yolculuğunun tarihi ve coğrafi yönüyle aynılık ve ayrılıklarını belirleme hedefine yöneliktir.Öğe SUFİLERİN HAC YOLCULUĞU(2019) Doğan Turay, EsraHac yolculuğuna dair farklı bakış açıları olan sufilerin, bu emri keşfe ulaşma için bedeni yolculuklardan sayanları arasında ömürlerinde bir ya da birkaç defa hacca gidenler olduğu gibi, seyyah derviş olarak adlandırılanların neredeyse hayatlarının tamamını yollarda geçirdikleri görülmektedir. Farklı mihverler doğrultusunda seçtikleri güzergâhlarda kendilerine mahsus bir âdâba dönüştürerek zaruri ziyaretlerle gerçekleştirdikleri bu uzun yolculukların birçoğunun hac merkezli olduğu anlaşılır. Öte yandan tasavvuf dünyasını içine alan coğrafyaları gören ve hacı payesiyle şereflenen bu sufilerin bir önder ve dahası bir halife olarak ülkelerine geri döndükleri, İslam’ın bakir kıtalara hacdan dönen mutasavvıflar aracılığıyla taşındığı bilinmektedir. Bu güzide toplulukların yol haritaları, çeşitli şehirlerde kaldıkları dergâh ve tekkeleri, menâzil ve mesirlerine işaret eden bu çalışma, Sufilerin İslam’ın merkez şehirlerinin tamamını içine alan baş döndürücü yolculuklarına değinmektedir. Tasavvuf ehlinin hac rotalarını sınıflandırarak incelemeye çalıştığımız bu makale, güzergâhlarda yaşanan sıkıntıların bazıları üzerinde dururken Sufilerin hac tarihi içerisindeki müstesna yerlerini anlatmaktadır. Bu araştırmada tarihi sıra ve öncelikli coğrafyalar gözetilmiş olup, sufilerin güzergâhları üzerinde yer alan ve İslam medeniyetinin merkez şehirleri olarak kabul edilen Şam, Bağdat, Kahire, Kudüs, İstanbul gibi kentlerdeki ikametleri ele alınmıştır. Çok çeşitli kara ve deniz güzergâhlarını kullanarak kutsal topraklara varan sufilerin bu meşakkatli seferleri Horasan-İran, Kafkaslar-Orta Asya, Hind-Sind alt kıtası, Balkanlar-Anadolu ve son olarak da Afrika güzergâhı sırasıyla işlenmiştir.Öğe Şurût-i Ömer: İslam Tarihine Dair Bir Meşruiyet Çabası(2018) Demirci, AbdurrahmanMüslüman hâkimiyetini kabul eden gayrimüslimlerle imzalanan tüm ahitler, temel hak ve hürriyetler konusunda benzer niteliklidir. Fakat Hz. Ömer dönemine atfedilen şurût-i Ömer, içeriği ve imzalanma tarzı itibariyle diğer ahitlerden hayli farklıdır. İslam tarihi kaynaklarında fazla yer almamakla birlikte şurût, içeriği itibariyle İslam siyasal tarihi, fütuhat süreci ve zimmet politikalarının temel konularından birini oluşturmaktadır. Sıhhat açısından sened itibariyle hayli sorunlu olduğunu gördüğümüz şurûtun, yer aldığı kaynakları kıyaslayarak metin olarak da bir bütünlük arz etmediği sonucuna vardık. Fütuhat süreci ile kıyaslamalı olarak incelediğimiz şurûtun tarihsel gerçeklerle uyuşmadığını örneklerle ortaya koyduk. Şurûtun, Müslümanların temel hak ve hürriyetlere yaklaşımına, İslam’ın yayılış hızına, Hulefâ-i Raşidîn uygulamalarına aykırı olması açılarından dolayı İslam tarihine dâir bir meşruiyet çabasının ürünü olduğunu tespit ettik.Öğe İRANLILARIN KUDÜS-İ ŞERİF ZİYARETLERİ(Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi, 2018) DOĞAN TURAY, Esraİranlılar, Kaçar Hanedanlığı döneminde (1795-1925) Osmanlı Devleti’nin parçası olan Kudüs’e (1517- 1917) sınırlı sayıda seyahatler gerçekleştirmişlerdir. Bu seyahatleri esnasında kaleme aldıkları eserler, Kudüs’ün kaderinin değiştiği döneme denk gelmektedir. Hacı Ali Han İtimadussaltana, Sultan Murat Hisamüssaltana, Mehdi Guli Han Muhbirussaltana, Muhammet Fâtımî, Celâleddin Azimâbâdî, Fahreddîn Cezâirî gibi bürokrat ve sivillerin Mekke’ye yolculukları sırasında gezip gördükleri Kudüs’e, mukaddes mekânlarına, o günkü sosyopolitik duruma dair yorumlarını ihtiva eden bu hatıratlar eski ve yeni Kudüs’ün tarihî kimliğine işaret eder. Hatıratlarında Kudüs’ün İran tarihindeki yeri ve önemine dikkat çeken İranlılar, aynı zamanda Kudüs’ün yapısal ve mimari özelliklerine, coğrafi ve fiziki yönlerine, halkın örf ve âdetlerine, buradaki azınlıkların durumuna dair dikkat çekici noktalara değinmektedirler. Makale, bu seyahatnamelerdeki Kudüs ziyaretlerine dair bir değerlendirmedir.Öğe BATIDA YAYIMLANAN ANSİKLOPEDİLERDE HZ. MUHAMMED İMAJI * (RİSALETİN MEKKE DÖNEMİ)(Turkish Studies (Elektronik), 2018) Demirci, AbdurrahmanBatı dünyasında doğuya yönelik sırf merakla başlayan ilmi faaliyetler, zamanla kurumsallaşmış ve bir ekol halini -doğu bilimi/oryantalizm- almıştır. Özellikle İslâm’a dair yapılan araştırmalar Batı dünyasında bir kamuoyu oluşturmuştur. Bu alanda 20. yy’a kadar yapılan çalışmalar genelde müstakil niteliklidir. Zamanla bilimsel tercih, ticarî beklenti ve hedef kitlenin ihtiyaç ve istekleri doğrultusunda ansiklopedilerin yayımlanması süreci başlamıştır. Genelde oryantalistleri kaynak alan ansiklopediler, Batı’da İslâm kültür ve medeniyetine dair birer başucu kaynağıdır. Ansiklopediler, Batı kamuoyunun İslâm’ı ve özellikle Hz. Muhammed’i tanımasında önemli rol oynamıştır. Bu çalışmada Batı’da 20. yy. başlangıcından günümüze kadar İngilizce olarak yayımlanan ansiklopedilerin ‘Hz. Muhammed’, ‘Hz. Muhammed ve İslâm’ maddelerini inceledik. Söz konusu ansiklopedilerde risâletin Mekke dönemine dair oluşturulan Hz. Muhammed imajını tespit ettik. Ansiklopedilerde Hz. Muhammed’e çizilen pragmatist rolün mahiyetini inceledik. Risâletin Mekke dönemine yönelik Muhammedanizm değerlendirmesini ve siyerin sonradan oluşturulduğu yönündeki iddiayı etraflıca ele aldık. Ansiklopedilerde mevcut olan bakış açısının oryantalizmle oluşturulan imajın tekrarı olduğunu söylemek mümkündür. Genel kabul, İslam’a monoteist kaynaklardan referans aramak şeklindedir. Bu yönüyle Hz. Muhammed’e yönelik saldırgan tavır, adeta geleneksel niteliktedir. Çünkü o, kaynağından almaya çalıştığı bilgilere de sadık kalmamakla suçlanır. Hz. Muhammed’in oluşturduğu din anlayışının etkileri ise kısmen reformla izah edilir. Bunun sebebi ise onun yerel Arap kültüründe başardığı kısmi dönüşümdür. Dolayısıyla ansiklopedilere göre Hz. Muhammed’in şahsında eleştirinin hedefi haline getirilen İslam, sosyal ve ahlaki bir reform çabasından başka bir şey değildir.Öğe SÛFÎLERİN HACCA DAİR GÖRÜŞ VE ORJİNAL KATKILARI(Turkish Studies (Elektronik), 2018) DOĞAN TURAY, EsraTasavvuf ehlinin hac ibadetinin maneviyatı ve batınına yönelik yorumları kendine has bir dil ve terminoloji doğurmuştur. Tarih içinde Sûfilerin bu ibadetin farziyeti, özde ne olması gerektiği, kabulü ve ön koşullarına dair sarsıcı uyarıları hac rukunlarını hafife aldıkları yönündeki eleştirilere yol açmışsa da bu farklılıkların ibadetin batınına dikkat çekme çabası olduğu aşikârdır. Bu uyarıların haccın maneviyatına zarif ve nitelikli bir boyut kazandırdığı, bu sebeple de esrar-ı hac denilen ayrı bir alanda değerlendirilimesi gerektiği görülmektedir. Harameyn, sâliklerin kendi tarikatlerinin uzadığı farklı coğrafyaları görmeleri açısından dünyanın hiçbir yeri ile kıyaslanamayacak bir mülakat mekânı, yüksek maneviyatından ötürü birçok şeyhin müridine tavsiye ve telkin ettiği yer ve Sûfilerin çilegâhı olarak görülmüş, birçok Sûfinin hayatında bir başlangıç ve bitiş olarak manevi ve maddi anlamda değişim göstermelerine sebep olmuştur. Bu sebeple manevi merhaleleri kat eden her kadın ve erkek Sûfi için farklı bir amaca yönelik, temelde ise Sûfilerce elzem sayılan seyru sülükün tamamlanmasında önemli bir unsur olarak kabul edilmiştir. Haccın maddi ve manevi olarak kesin bir dille ayrımı, hac yolculuğunun diğer yolculuklara göre farklılığı, Sûfileri hacca gitmeye yönelten sebepler ve en önemlisi de hacca dair orijinal görüşlerine değinen bu çalışma, onların ibadetin maddi ve maneviyatıyla ilgili görüşlerine dair bir değerlendirmedir.Öğe BATI ANSİKLOPEDİLERİNDE HZ. MUHAMMED’E BAKIŞ (RİSÂLETİN MEDİNE DÖNEMİ)(EKEV AKADEMİ DERGİSİ, 2018) Demirci, AbdurrahmanBatı’da yayımlanan ansiklopedilerin Hz. Muhammed’in risâletine bakışında indirgemeci bir yaklaşım egemendir. Buna karşın, onun siyasî ve politik yönü sürekli öne çıkartılır. Hatta bu alanda Hz. Muhammed bir dahi olarak gösterilir. Bunun nedeni, risâletin Medine dönemidir ve burada dinin tebliğiyle birlikte teşekkül eden kurumsallaşmadır. Hz. Muhammed’in davet süreci, sürekli harici odak noktalarından hareketle değerlendirilir. Buna göre politik bir proje ile yola çıkan Hz. Muhammed, hedefinde bir sapma yaşamamış ancak süreçte birçok revizyona gitmiştir. Bunda özellikle Yahudilik ve Hıristiyanlığa yönelik yaklaşım ve uygulamaları temel neden olarak gösterilir. Dinî ve kültürel aidiyetlerle yapılan bu yorumlar İslam’ı bir proje, Hz. Muhammed’i de bu uğurda çaba sarf eden bir fırsatçı olarak niteler. Bu çalışma, Batı’da yayımlanan ansiklopedilerin, Hz. Muhammed’in Medine dönemine bakışı ile sınırlı tutulmuştur. Ansiklopedilerin, Hz. Muhammed’in politik yönünü ve liderliğini öne çıkardığı ve bu uğurda onun, başta din olmak üzere her unsuru kullandığı kanaatinde olduğu görülmüştür.Öğe İbn Heyyebân'ın Vasiyeti Ekseninde Arap Yarıma- dası'nda Son Peygamber Beklentisi(2016) Arıker, SametHz. Muhammed'in risaletinden önce Arap Yarımadası'nda özellikle din bilginleri arasında bir son peygamber beklentisi söz konusudur. Başta Şam olmak üzere Kudüs, Mekke ve Medine çevresinde yoğun olarak hissedilen bu hareketlilik konusunda kaynaklar birçok mucizevi nitelikli rivayetlerle birbirlerini tekrar etmektedir. Ancak bunlar arasında ahir zaman peygamberini görmek, ona tabi olmak ve Yahudileri bu hususta yönlendirmek üzere Şam'dan Medine'ye giden İbn Heyyebân isimli hahama dair rivayetler oldukça dikkat çekicidir. Bu rivayetler, aslında Kuran'ın, Yahudilerin tutumlarına dair tespitlerinin ve HıristiyanYahudi çatışmasının izdüşümleridir. Rivayetler içinde en somut ve diğerlerine göre makul bilgiler içeren İbn Heyyeban'ın tespitleri bile, son peygamberi şiddet mümessili olarak tanımlamaktadır. Kendi içlerinde ciddi tezatlar içeren söz konusu rivayetler, İslam kaynaklarında yoğun olarak yer almaktadır. Bunlar, Müslümanlar tarafından bile Hz. Muhammed'in peygamberliğini ispat için maalesef geçmişten günümüze kullanılabilmektedirÖğe İLK HALİFENİN SEÇİLMESİNDE HZ. ÖMER'İN ROLÜ(2016) Demirci, AbdurrahmanHz. Muhammed'in vefatı ile Müslüman toplum bir yönetim sorunu ile karşı karşıya kalmıştır. Bunun temel nedeni, Kur'an'da ve Hz. Peygamberin uygulamalarında bu hususta net bir çözüm bulunmamasıdır. Ancak buna rağmen Müslümanlar henüz Hz. Peygamber defnedilmeden yöneticilerini seçebilmiştir. Çatışmasız bir çözümle Sakîfe toplantısında seçilen halife ile Müslümanlar siyasal bütünlüklerini koruyabilmişlerdir. Bunda Hz. Ömer'in önemli bir payı vardır. Hz. Ömer Sakîfe'de Ensar'ın kısmen kabilecilik kısmen de İslam'daki fazilet hususlarıyla kendilerinden halife belirleme çabalarına nasıl mukabelede bulunmuştur? Bu çalışmada hilafetin şartlarının Sakîfe toplantısı ile belirlendiğini tespit ederken, Hz. Ömer'in bu süreçte en önemli rolü oynayanlardan birisi olduğunu gördük. Hz. Ömer'in halife seçimi öncesi ve esnasında bir komplo içinde bulunmadığını, aynı zamanda baskın bir seçimle halife belirlenmesine de imkân tanımadığını tespit ettik. Hz. Ömer'in kendi hilafet ihtimaline rağmen Hz. Ebû Bekir'e biat yolunu açarak hem Ensar hem de Muhacirler içinde kamplaşma ve kabileciliğe yol açacak ihtimalleri önlediği sonucuna vardık.