Bankacılık ve Sigortacılık Programı Bölümü Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 26
  • Öğe
    GREEN MARKETING
    (Efe Akademi Yayınları, 2023) Akatak, Ahmet
    The depletion of natural resources threatens the future of the world. Unconscious use of products, leaving waste to nature and wasting natural resources, together with the production and consumption concept of today, necessitate the emergence of new environmentally friendly approaches. The fact that conscious consumers are sensitive to the environment has caused businesses to act sensitively. Businesses have also tended to offer environmentally friendly products and services, both to meet the demands of consumers and with the influence of various non-governmental organizations. It is a fact that businesses, which have been operating in various activities from the past to the present, have adverse effects on the natural environment, such as the destruction of living spaces, climate change, environmental pollution, and carbon emissions. Therefore, the green marketing approach, which does not harm natural habitats, does not cause environmental pollution and allows the development of recyclable production methods, has recently come to the fore. Green marketing is the marketing of environmentally friendly products and services. It includes many practices such as producing products that do not harm the environment, adopting sustainable business strategies, using recyclable packages and focusing on modern marketing strategies. Green marketing is a marketing approach that enables businesses to reach their goals and is adopted and appreciated by society, considering consumers' sensitivity to the environment. In this study, firstly, the concept of green marketing and the development process of green marketing is emphasized. Then, the green marketing approach, the green marketing mix, the reasons why businesses prefer green marketing, the importance of green marketing strategies are mentioned and green marketing examples and commonly used green marketing labels in Turkey and the world are explained.
  • Öğe
    SEÇİLMİŞ GÖSTERGELERLE BİST SİGORTA ENDEKSİNDEKİ ŞİRKETLERİN KARŞILAŞTIRILMASI
    (Yaz Yayınları, 2023) Akatak, Ahmet; Kavak, Osman
    Finansal sistemin unsurlarından olan sigortacılık sektörü tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de hızla gelişen ve büyüyen sektörlerin başında gelmektedir. Hem bireyler hem de kurumlar tehlikeli durumlardan sakınmak ve risklerden kaçınmak için sigortacılık sistemine yönelmekte ve maddi varlıklarını güvence altına alma gereksinimi duymaktadırlar. Son zamanlarda Türkiye’de sigortacılık sektöründe kaydedilen prim miktarları ve poliçe sayısının yanı sıra sektörün aktif büyüklüğü, büyüme oranları, kârlılığı, istihdam edilen çalışan sayısı gibi verilerde de artışlar görülmektedir (Çatıkkaş ve Duramaz, 2020, s. 89). Sektöre işlevsel açıdan bakıldığında sigorta kavramı bir güven ortamı oluşturmasının yanı sıra sermaye piyasasının gelişimine katkıda bulunması, tasarruf aracı olması ve yatırım fonlarına kaynak sağlaması gibi özellikleri açsından değerlendirildiğinde sigortacılık sektörünün üzerinde durulması gerektiği ve bu alana yönelik performans analizlerinin yapılması önem arz etmektedir...
  • Öğe
    FUTBOL KULÜPLERİNİN FİNANSAL PERFORMANSINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER
    (Efe Akademi Yayınları, 2023) Akatak, Ahmet
    Spor denilince dünyanın pek çok yerinde akla ilk gelen branş kuşkusuz futboldur. Futbol, geçmişte olduğu gibi günümüzde de popülerliğini korumasının yanı sıra geniş kitlelere hitap etmesi yönüyle de her kesimden insanın dikkatini çekmiş bir spor dalıdır. Sahada rekabet için bir araya gelmiş 22 futbolcunun dostane mücadelesini hedefleyen bir spor dalı olmanın çok daha ötesinde anlamlar içeren futbol; futbol kulüplerin astronomik bütçeleri, yayın, reklam ve sponsorluk gelirlerinin haricinde sadece transfer sezonunda 200 milyar doların üzerinde bir pazarın oluştuğu, reklamcılıktan yayıncılığa, giyim sektöründen turizme çok farklı sektör ve yüzlerce iş kolunun paydaşı olduğu yaklaşık 1 milyar insanın istihdamına kaynaklık eden devasa bir ekonomik alanı kapsamaktadır (Kuper, 2003). Birçok alanda karşımıza çıkan bir olgu haline dönüşen futbol, sadece eğlence amacıyla yapılan bir spor olarak değil özellikle sosyal ve ekonomik hayatı etkileyen bir aktivite haline gelmiştir. Dünya’da yaklaşık 3,5 milyar ilgili kitlesine sahip olan futbol diğer spor branşları arasında en çok tercih edilen bir spor olarak karşımıza çıkmaktadır (Aslan, 2018). Futbol kulüplerinin sponsorluk ve reklam gelirleri, transfer harcamaları, tesis yatırımları, lisanlı ürün satışları gibi ticari faaliyetlerde bulunması spor endüstrisi diye ifade edebileceğimiz bir kavramı ortaya çıkarmıştır. Spor endüstrisinin gelişen yapısıyla beraber profesyonel yöneticiler tarafından yönetilen futbol kulüpleri birer ticari işletmeye dönüşmüş durumdadır. Dolayısıyla işletmelerin önde gelen amaçlarından varlıklarını sürdürme ilkesinden hareketle futbol kulüplerinin mevcudiyetlerini sağlayabilmeleri sportif başarılarına bağlıdır. Öncelikle bir futbol kulübünden beklenen sportif başarılar elde etmesidir. Futbol kulüpleri için tek başına sportif başarı bazen yeterli olmayabilir. Sportif başarının yanında başarılı bir finansal yönetimin olması gerekmektedir. Futbolda finansal başarı ile sportif başarıyı birbirinden bağımsız değerlendirmek ve ayrı düşünmek doğru değildir. Her iki başarı da birbirinin destekleyicisidir. Sportif başarı finansal getiri sağlarken, iyi bir finans yapısına sahip olmak da sportif başarıya zemin hazırlamaktadır. Sadece sportif başarıyı baz alarak futbol kulübünün finansal performansını değerlendirmek tabi ki eksik kalır. Finansal anlamda kulübü devamlı kârlı tutabilmek ve gelir getirici faaliyetler icra etmek birçok faktöre bağlıdır. Bu çerçevede çalışmada futbol kulüplerinin finansal performanslarını etkileyen faktörlerin neler olduğu ifade edilecek. Futbol kulüplerinin finansal yapılarına etki eden düzenlemeler ele alınacak. Futbol oyununun ticarileşmesiyle beraber kulüplerin gelir ve gider kalemlerinin nelerden oluştuğu açıklanacaktır
  • Öğe
    Yoksulluk ve Çevresel Bozulma Arasındaki Etkileşim: Batman Örneği
    (Şırnak Üniversitesi, 2019) Serin, Zehra Vildan; Dursun, Hasan; Kavak Osman
    Çevresel bozulma kendini insanoğlu ile göstermiştir. Ancak insanoğlunun çevresel bozulma üzerindeki etkisi geçmişten günümüze kadar sürekli artmıştır. Küreselleşme ile birlikte çevresel bozulma üst düzeylere ulaşmış ve çevrenin kendini yenileme fırsatı olmadan eskilerine yenileri de eklenmiştir. Buna bağlı olarak sorunun çözümü amacıyla uygulanan politikalar mevcut çevresel sorunların karmaşık yapısı nedeniyle genellikle başarısız olmuştur. Günümüzde çevresel bozulma ile yoksulluk ilişkisi incelendiğinde dünya genelinde aynı tablo ile karşı karşıya kalınmaktadır. Yoksulluk-çevre bozulması arasındaki ilişki bizlere önemli doneler vermektedir. Günümüzde bu iki sorun kalkınmanın önünde önemli birer engel olarak görülmektedir. Bu çalışmada Batman ilinde; çevresel bozulma ve yoksulluk arasındaki etkileşim, çevresel bozulmanın nedenleri, nüfus, eğitim ve kişi başına düşen gelir faktörlerinin çevresel duyarlılıkla ilişkileri incelenmiştir. 2006-2017 yılları arasındaki eğitim, nüfus ve gelir verileri ışığında sözü geçen yıllar için karşılaştırma yapılarak yıllar içindeki değişim ve gelişim irdelenmiştir.
  • Öğe
    YÜKSEKÖĞRETİMDE KAZANÇLAR VE MALİYETLER
    (Center for Black Sea Research, 2020) Gölpek Filiz; Kavak Osman
    Birçok ülke, özel finansmana müsait olan yükseköğretimi yakından etkileyen kamu harcamalarının ağır maliyetini hafifletmek için yollar aramaktadır. Bu yollardan biri eğitim hizmetlerinde maliyetlerin karşılanmasının kamu kaynaklarından ailelere kaydırılması şeklinde olmaktadır. Bunun anlamı, yükün vergi mükelleflerinden büyük ölçüde hizmetlerden faydalananlara kaydırılması ve buradan da yükseköğretim hizmetinden birinci derecede yararlanan öğrencilerin, yükseköğretim maliyetine katılması gerektiği anlaşılmaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde eğitime ayrılan kaynakların etkin kullanılmasının son derece önemli olması, bu sorunu çözebilmek için eğitim hizmetlerinin fayda ve maliyetlerinin bireyler ve toplumun tümü açısından değerlendirilmesini gerektirmektedir. Bu araştırmanın amacı, yükseköğretim mezunu bireylerin, eğitimi süresince gerçekleşen özelsosyal maliyetleri ve kazanç verileri ile eğitim yatırımlarının iktisadi etkinliğini değerlendirmektir. Bu çerçevede, Türkiye ve OECD ülkelerinde yükseköğretim mezunu bireyin eğitim maliyetleri ile elde ettiği kazançlar karşılaştırılmıştır. Buna göre, Türkiye’de erkek öğrencilerin yükseköğretim görmeyi çalışmaya tercih etmekle vazgeçtiği kazancı, OECD ortalamasının 1/3 kadardır (9.200 $/ 36.700 $). Bu, Türkiye’de bireylerin yükseköğretime devam etmekle vazgeçtiği kazancın diğer ülkelerden daha düşük olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, Türkiye’de doğrudan maliyetler OECD ortalamasından (2.300 $/8.400 $) çok düşüktür ve bu durum, hem net parasal faydanın (getiri) yüksek (296.100 $) çıkmasına, hem de daha yüksek özel getiri oranına (sırasıyla %36 ve %17) neden olmaktadır. Benzer durum, kadın bireyler için de söz konusudur. Sonuç olarak, OECD ülkelerinde genel olarak bireyler, özel maliyetlerin 7.5 katı, Türkiye’de kadınlar 67.6 ve erkekler 25.7 katı kazanç elde etmiştir. Böyle bir bulgu, Türkiye’de yükseköğretimde kamusal finansman politikasının beklenen sonuçları vermediği ve kıt kaynakların etkin kullanılmadığını açıkça göstermektedir. Alternatif yatırım alanları yerine özel faydası yüksek olan yükseköğretim harcamalarına kaynak ayrılması kamusal finansman sistemi tahsis etkinliği açısından beklenen sonuçları vermemiştir. Bu sonuçlar, bedelsiz yükseköğretimin hem gelir dağılımı hem de etkinlik açısından bozucu etkilere sahip olduğunu da ima etmektedir.
  • Öğe
    YÜKSEKÖĞRETİMDE BİR FİNANSMAN POLİTİKASI
    (Center for Black Sea Research, 2020) Gölpek Filiz; Kavak Osman
    Kıt kaynaklar söz konusu olduğunda, eğitim yatırımları ile diğer yatırımlar arasındaki dengenin belirlenmesi, yükseköğretim hizmetinin pahalı ve talebinin yüksek olması kaynakların son derece dikkatli kullanılmasını zorunlu hale getirmektedir. Özellikle kamu kaynaklarından yükseköğretimin finanse edilip edilmeyeceği, devletin sübvansiyon sağlayıp sağlamayacağı ve finansman yükünün toplum ile hizmetten doğrudan yararlananlar arasında nasıl paylaşılacağı gibi soruların cevaplandırılması önem taşımaktadır. Bu sorular, kamusal finansman politikası yerine öğrenim ücreti ve kredi/burs uygulamaları yoluyla maliyet paylaşımını sağlayacak bir finansman politikası ile cevaplandırılabilir. Böyle bir finansman politikası yoluyla hem iktisadi etkinlik sağlanabilecek, hem de alt gelir grubuna ait öğrencilerin bir yükseköğretim kurumunda eğitim görebilmeleri garanti altına alınabilecektir. Bu araştırmanın amacı, yükseköğretim seviyesindeki kamu harcamalarının bütçeye olan ağır maliyetini hafifletme yöntemlerinden olan öğrenim ücreti ve kredi/burs sistemi hakkında teknik bir çerçeve sunmaktır. Bazı OECD ülkelerinde ve Türkiye’de yükseköğretim harcamaları (en yüksek GSYH’ye oranı, kamu: %1,4, özel: %0,4), yükseköğretimde kayıtlı öğrenci sayıları (en yüksek, kamu: %100, özel: %80), öğrenim ücretleri (en yüksek, kamu: 11.866 $, özel: 29.478 $), öğrencilerin kredi/burs imkânları (en yüksek, kamu bursu alanlar: %58, almayanlar: %92) ve borçlanma sistemleri (çoğunlukla gelir şartına bağlı ödeme) verilerle analiz edilmiştir. Bu analizin sonucunda, yükseköğretimin özel finansmana müsait olduğu, maliyetlerin karşılanmasının kamu kaynaklarından ailelere kaydırılması gerektiği, birinci derecede yararlanan öğrencilerin aile gelirine veya ileride elde edeceği gelire göre harcamalara katılmasını sağlayacak bir finansman politikası olarak öğrenim ücretleri ile kredi/burs sistemlerinin uygulanabileceği belirtilmiştir.
  • Öğe
    YÜKSEKÖĞRETİM HARCAMALARI İLE GELİR İLİŞKİSİ: MARDİN ARTUKLU ÜNİVERSİTESİ ÖRNEĞİ
    (Hasan Kalyoncu Üniversitesi, 2020) Kavak Osman; Gölpek Filiz
    Eğitim, iktisadi açıdan büyüme, rekabet gücü ve verimlilik, toplumsal açıdan ise yoksullukla mücadele ve gelir dağılımında adaletinin sağlanması gibi politikaların merkezinde yer almaktadır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde genellikle eğitim ve gelir seviyesi düşük olduğu için eğitim hizmetleri karşılıksız olarak kamu tarafından sunulmaktadır. Bu ise, eğitim hizmetleri için yapılan harcamaları gelirin yeniden dağılımında önemli bir araç haline getirmektedir. Eğitimdeki fırsat eşitliği ile gelir eşitsizliği arasında güçlü korelasyonun olması, ailelerin gelir düzeylerinin eğitim hizmetini satın alma olanağını farklılaştırarak hem yükseköğretime girişte hem de yükseköğretim sürecinde özel harcamalara katlanmalarını etkilemektedir. Bu nedenle, özellikle yükseköğretim hizmetinden yararlanabilmek, bireylerin gelir düzeyini yükselterek adaletli gelir dağılımını sağlamada önemli bir işlev görebilir. Bu araştırmanın amacı, 2019-2020 akademik dönemde Mardin Artuklu Üniversitesi’nde kayıtlı öğrencilerin yaptıkları özel eğitim harcamaları ile gelir ilişkisini tespit etmektir. Araştırmanın evrenini 10.294 öğrenci, örneklemini, %95 güven seviyesinde, %5 güven aralığında kolayda örnekleme yöntemi ile seçilen 1.228 öğrenci oluşturmaktadır. 1.228 öğrenciye 15 sorudan oluşan anket uygulanmış ve tamamı değerlendirmeye alınmıştır. Araştırmanın sonucunda, 2020 yılı fiyatlarına göre, öğrencilerin çoğunluğunun (%75,2) asgari gelir (2.324 ₺) ve altında aylık gelire sahip olduğu, yükseköğretim sürecindeki özel harcamaları asgari ücretin yaklaşık ¼’i kadar (500 ₺), yükseköğretime girişte yaklaşık yarsının hiçbir harcama yapmadıkları görülmüştür. Buna göre, öğrenciler, düşük gelir grubunda yer aldığı, aile gelirine bağlı olmak üzere özel yükseköğretim harcamalarının değiştiği söylenebilir.
  • Öğe
    YÜKSEKÖĞRETİM TALEBİ VE GETİRİLERİ
    (BİL-TEK, 2019) Gölpek Filiz; Kavak Osman
    Dünyanın birçok ülkesinde okullaşma oranı, ailenin sosyo-ekonomik statüsü, eğitim harcamaları, beşerî sermayenin özel faydası olan kazanç farklılıkları, işsizlik ve istihdam oranları, işsiz kalma süresi faktörleri yükseköğretim talebini etkilemektedir. Ancak bu faktörler, bir öğrencinin yükseköğretim talebini aynı yönde etkilememektedir. Özellikle bireylerin ve toplumun eğitimden ne kadar fayda elde ettiklerini tespit etmek için de özel ve sosyal fayda değerleri üzerinde durulmaktadır. Bu konudaki çalışmalarda, genel olarak, ilk ve ortaöğretim seviyelerinde sosyal, yükseköğretimde özel faydaların ağır bastığına dair sonuçlar elde edilmiştir. Bu araştırmanın amacı, OECD ülkelerinde ve Türkiye’de yükseköğretim talebi ile yükseköğretimin faydaları (getiri) arasındaki ilişkiyi kavramsal anlamda analiz etmektir. Bu çerçevede, önce yükseköğretim talebinin artması, eğitim seviyelerine göre kayıt oranları, eğitim harcamalarının kamu ve özel dağılımı ve öğrenci başına yapılan harcamalar ile ele alınmıştır. Daha sonra, yükseköğretimin getirisi, eğitim seviyelerine göre özel ve sosyal getiri oranları, kazanç farklılıkları, işsiz kalma süreleri, işsizlik oranı, istihdam oranı ve parasal olmayan getiriler ile açıklanmıştır. Sonuçta ise, oldukça maliyetli olan yükseköğretimin devletçe sosyal mal sayıldığından parasız sunulduğu, yükseköğretimin bireylere yansıyan özel faydasının topluma yansıyan sosyal faydasından daha fazla olduğu, bunun da bireylerin yükseköğretim talebini arttırdığı ifade edilmiştir.
  • Öğe
    EKONOMİK İSTİKRAR BAĞLAMINDA KIRILGAN BEŞLİ VE TÜRKİYE ÜZERİNE MAKROEKONOMİK BİR ÇALIŞMA
    (İKSAD Yayınevi, 2018) Arslan, İbrahim; Bayar, İlyas; Kavak, Osman
    Dünya ölçeğinde ülkelerin ekonomik durumlarını etraflıca irdelemenin yollarından biri rating kuruluşlarının raporları ve araştırmalarıdır. Rating kuruluşlarının varlık nedeni her ne kadar tasarruf açığı olan ülkelerin dış borç temininin sağlaması için kredibilite durumlarını tespit etmek olsa da söz konusu kuruluşların görüşleri ülkeler arası sermaye hareketlerini, doğrudan ve dolaylı yoldan bireylerin/kurumların/kuruluşların yapacakları yatırımları, iktisadi aktörlerin ekonomik kararlarını etkilediği yadsınamaz bir gerçektir. Özellikle bir bütün olarak değerlendirildiğinde hem siyasi hem de ekonomik düzlemde gelişmiş ülke ekonomileri gibi sağlam bir zemine oturmayan ülkeler “kırılganlık” riski ile karşı karşıya kalmaktadır. Gelişmekte olan ve yükselen piyasa ekonomilerden biri olarak kabul edilen Türkiye‟nin ekonomik görünümü bu bağlamda ayrı bir önem arz etmektedir. ABD'li Uluslararası Finansal Hizmetler ve Yatırım Bankacılığı Kuruluşu Morgan Stanley, Ağustos 2013 yılında yayınladığı ekonomik raporda kırılgan beşli diye bir gruplamaya gitti. Bu raporda Kırılgan beşli olarak Hindistan, Brezilya, Endonezya, Türkiye ve Güney Afrika ülkeleri belirlenmişti. 2016 yılının sonunda Morgan Stanley kırılgan beşli sınıflandırmasını revize etti. Brezilya ve Hindistan bu gruptan çıkarılıp yerlerine Meksika ve Kolombiya dahil edilerek yeni kırılgan beşli Endonezya, Türkiye, Güney Afrika, Kolombiya ve Meksika olmuştur. Kasım 2017 yılında rating kuruluşlarından biri olan Standard and Poor‟s ( S&P) da yayımladığı raporda yeni bir kırılgan beşli listesi oluşturmuştur. Bu yeni liste Türkiye, Arjantin, Pakistan, Mısır ve Katar‟dan meydana geliyordu. Son beş yılda iki farklı kuruluş tarafından yayınlanan üç raporda da Türkiye yer almaktadır. Bu çalışmamızda ekonomik istikrarın sağlanması için hedeflenen ekonomik politikalar ışığında Türkiye‟yi, Morgan Stanley‟in yeni kırılgan beşli listesinden yer almayan Brezilya ve Hindistan ülkelerinin 2013-2017 makro ekonomik performanslarını karşılaştıracağız. Çalışmamızda Türkiye‟nin halen kırılgan beşli grupta yer almasının ulusal bir algı mı yoksa rasyonel bir karar mı olduğunun değerlendirmesini reel verileri göz önünde bulundurarak yapmaya çalışacağız. Kuşkusuz Türkiye‟nin içinde bulunduğu coğrafya, Ortadoğu‟da ve bazı Arap ülkelerinde kimi siyasi hareketlerin yarattığı bunalımlar, araştırmamızın belli noktalarına kısıtlar getirse de araştırmanın ekonomik bir projeksiyon oluşturmasına katkı sağlayacağı aşikardır.
  • Öğe
    GÖÇÜN İNSANİ BOYUTU: ÖMERLİ ÖRNEĞİ
    (Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science, 23/05/2018) Arslan İbrahim; Bayar İlyas; Kavak, Osman
    Ortadoğu ve Arap Baharının tesiriyle başlayan Suriye iç savaşının yıkıcı yansımaları, sınır komşusu olmamız nedeniyle kaçınılmaz bir şekilde ülkemizin her noktasında hissedilmektedir. Yalnızca ekonomik, kültürel, sosyal boyutu ile değil en önemlisi yaşamsal nosyonlara dayanan “insani” boyutu ayrı ve öncelenmesi gereken bir biçimde önem taşımaktadır. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programının formüle ettiği ve literatüre eklediği insani yoksulluk endeksinin ne boyutta olduğunu belirlemek ve sosyal politika çerçevesinde hem kamuyu hem özel sektörü nasıl harekete geçirebiliriz sorusuna cevap aramak araştırmamızın asıl amacını oluşturmaktadır. Bununla birlikte göç olgusunun sonuçlarından biri olan mekânsal ve kültürel değişimin, sosyal çevreye uyum ve iletişim üzerindeki etkisini ölçmek sosyal programların oluşturulması açısından öncül bir projeksiyon sağlayacağına ve katkı sunacağına inanmaktayız. Araştırmamızda nitel araştırma yöntemi kullanılarak, Mardin ilinin Ömerli ilçesine göç etmek zorunda kalan Suriyeli evli kadınların sosyoekonomik durumunu özellikle yoksulluk boyutuyla ele almaya çalıştık. kullanılmıştır. Suriyeli göçmenlerin toplumsal entegrasyon noktasında birçok eşiği atladıkları halde ekonomik anlamda ciddi zorluklar çektikleri görülmektedir.
  • Öğe
    E-DÖNÜŞÜM PERSPEKTİFİNDE E-MUHASEBE UYGULAMALARININ GELİŞİM SERÜVENİ
    (Orion Kitabevi, 2022) Akatak, Ahmet; Seyitoğulları, Osman
    çoğunda zaman, mekân ve fiziki olarak bizzat kişinin kendisinin bulunması gibi hususlar gerekliyken, günümüzde bu hizmetler teknolojinin getirmiş olduğu yenilikler sayesinde hem mekândan ve zamandan hem de kişinin fiziksel varlığından bağımsız dijital ortamda gerçekleştirilebilmektedir. Elektronik dönüşüm (e-dönüşüm) diğer bir adıyla dijitalleşme son zamanlarda yaşanan gelişmeler sonucunda ortaya çıkmış ve manuel olarak işlenen verilerin gelişmiş bir teknoloji ile kullanılması ve bunun da hızlı biçimde bilgisayarlar aracılığıyla kayıt edilmesi, izlenmesi ve işlenmesi süreci şeklinde ifade edilmektedir (Tekbaş, Kurnaz ve Azaltun, 2018: 223-224). E-dönüşüme geçilmesiyle muhasebede bilinen kayıt altına alma yöntemlerinin sınırlılıkları ortadan kalkmış, verilerin kontrol edilmesi, bilginin saklanması ve bilgiye istenildiği anda erişim kolaylaşmıştır. Bilgisayarların yaygın kullanımı, rekabet baskısı ve küreselleşme gibi etmenlerden ötürü muhasebe işlemlerinde de elektronik dönüşüme geçiş hız kazanmıştır. Dolayısıyla 2000 yılında muhasebe bilgi sistemindeki işlemlerin sadece %25’lik kısmı dijitalken, 2017 yılında bu oranın %98’e ulaşması muhasebedeki elektronik dönüşümün en belirgin göstergelerinden birisidir (Aslan ve Özerhan, 2017: 868). Türkiye’de e-dönüşüm süreciyle ilgili yetkili kuruluş Maliye Bakanlığı yeni adıyla Hazine ve Maliye Bakanlığına bağlı Gelir İdaresi Başkanlığı (GİB)’tir (Tektüfekçi, 2017: 79). Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın e-dönüşüm süreci, kurum ve kuruluşların hem muhasebe uygulamalarını hem de muhasebe uygulayıcılarını yakından etkilemiştir. E-dönüşüm ile birlikte muhasebe alanında elektronik muhasebe (e-muhasebe) adı altında yeni bir kavram ortaya çıkmıştır. Literatürde e-muhasebe defter tutma, beyanname düzenleme, fatura işleme, tahsilat ve ödeme işlemlerini kapsayan tüm mali nitelikteki işlemlere ait sürecin devlet birimleri (maliye, defterdarlık vb.), muhasebe meslek mensupları ve vatandaşlar tarafından elektronik ortamda yürütülmesi şeklinde tanımlanmıştır (Tuğay ve Güler, 2021: 701). E-muhasebe, bilgisayar teknolojisinden istifade ederek işletmelerin ticari yaşam döngüsünde ihtiyaç duyacakları alışsatış, stok, raporlama ve fatura kesme gibi işlemler ile finansal verileri işleyen muhasebe işlemini tanımlamak için kullanılan terim olan elektronik muhasebe anlamına gelir.İşletmelerin ihtiyaç duydukları iş süreçlerinin ve verilerinin dijital ortamda işlenmesini kapsayan e-muhasebe uygulamaları da hızla gelişen dijitalleşmenin bir getirisi olarak karşımıza çıkıyor. Hazine ve Maliye bakanlığı muhasebe alanındaki elektronik belge sistemini kademeli olarak uygulama kararı almıştır. Bu gelişmeler doğrultusunda muhasebede çeşitli yazılım programları ve elektronik uygulamalar dijital dönüşüme entegre bir şekilde 2005’te e-beyanname, 2010’da e-fatura, 2013’te e-defter ve e-arşiv fatura, 2018’de e-müstahsil makbuzu, e-irsaliye ve e-serbest meslek makbuzu, 2020 yılında e-dekont uygulamaları kullanılmaya başlanmıştır (Yücel ve Bağdat, 2022: 4; www.gib.gov.tr). Bu kapsamda çalışmada e-dönüşüm konusu incelenecek ve e-dönüşüm perspektifinde e-muhasebe uygulamalarının durumu, kullanım şekilleri ve işleyişleri açıklanarak bu faaliyetlerin kullanım alanları ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır.
  • Öğe
    YENİ BİR MESLEK ANLAYIŞI ADLİ MUHASEBE ÜÇ BOYUTLU BİLİMSEL BİR ARAŞTIRMA
    (Sonçağ Yayıncılık, 2021) Akatak, Ahmet; Bilen, Abdulkadir
    Adli muhasebenin önemini fark eden geliĢmiĢ ülkeler, özellikle ABD ve bazı Batı Avrupa ülkeleri adli muhasebe eğitimi için altyapı çalıĢmalarını tamamlayıp bu alanda uzman kiĢiler yetiĢtirmeye baĢlamıĢlardır. Ülkemizde son yıllarda geliĢmeye baĢlayan adli muhasebe ile ilgili herhangi bir kurumsal altyapı ve kanuni düzenleme henüz olmamakla birlikte bunun uygulanması açısından herhangi bir engel bulunmamaktadır. Adli muhasebeye duyulan ihtiyaç her geçen gün daha çok kendini hissettirmeye baĢlamıĢtır. Bu bağlamda araĢtırmamızda, adli muhasebe kapsamında hilelerin incelenmesi için adli muhasebe ilgili uygulayıcıları olan muhasebe meslek mensuplarının, hukukçuların ve akademisyenlerin görüĢlerine baĢvurulmuĢtur. Yeni yöntemlerle iĢlenen ekonomik suçların ve ortaya çıkan anlaĢmazlıkların artmasıyla birlikte, özellikle hile ve yolsuzlukların önlenmesinde önemli bir role sahip olan adli muhasebe‟ye duyulan ihtiyaç artmaktadır. Adli bilimler kapsamına giren adli muhasebe, hukuk ve muhasebe bilimleri arasında bir köprü görevi görerek daha çok mali nitelikli iĢlemlerde yaĢanan hile ve yolsuzlukların belirlenmesi ve önlenmesine iliĢkin baĢlatılan yargı sürecinde etkin bir rol üstlenmektedir. Geleneksel muhasebeden farklı olarak sadece rakamları değil, rakamların ötesini de irdeleyerek muhasebe hilelerini öngörme temeline dayanan adli muhasebecilik mesleği, muhasebe teori ve uygulamalarının yanında denetim, hukuk, istatistik, kriminoloji, psikoloji gibi birçok disiplini bünyesinde barındıran geniĢ kapsamlı bir uzmanlık alanıdır. Bu kitapta adli muhasebe üzerine üç boyutlu bilimsel bir araĢtırma yapılmıĢtır. Özellikle adli muhasebe kapsamında hilelerin incelenmesi üzerinde durulmuĢtur. Bu çerçevede çalıĢmada hâkim ve avukatlar, serbest muhasebeci mali müĢavirler ve yeminli mali müĢavirler ile akademisyenlerden oluĢan üç boyutlu bir anket çalıĢması yapılmıĢtır. Bu çalıĢmanın temel amacı, geliĢmiĢ ülkelerde meslek olarak icra edilen adli muhasebecilik mesleğinin ülkemizde de bir meslek olarak kabul görmesi ve tanıtılmasına katkıda bulunmaktır. Dr. Ahmet AKATAK Prof
  • Öğe
    MUHASEBE HATA VE HİLELERİNİN TESPİT VE ÖNLENMESİNDE MUHASEBE MESLEK MENSUPLARININ SORUMLULUĞU VE BİR ARAŞTIRMA
    (Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015) Akatak, Ahmet
    İnsanlık tarihi kadar bir geçmişe sahip olan muhasebenin, günümüz dünyasında özellikle yaşanan teknolojik gelişmelerle beraber bilgi dünyasındaki yeri ve önemi göz ardı edilmeyecek bir konuma gelmiştir. Muhasebe bilgi sisteminin sağladığı verilerin ilgili kişilere ve kamu kuruluşlarına aktarılmasında köprü vazifesi gören muhasebe meslek mensuplarının bu görevi yerine getirirken tarafsız, güvenilir ve bağımsız bir sorumluluk bilinciyle hareket etmeleri son derece önemlidir. Bu çalışmada muhasebede hata ve hilelerin tespit ve önlenmesinde muhasebe meslek mensuplarının sorumluluğu üzerinde durulmuştur. Bu kapsamda ilk iki bölümde muhasebe hata türleri ile hile kavramları açıklanmış, daha sonra muhasebe mesleğinin tarihsel gelişimi ve muhasebe meslek mensupları hakkında genel bilgi verilerek meslekin ahlaki boyutunu oluşturan etik kuralları ve mesleki sorumluluk konuları açıklanmıştır. Bu çalışmanın amacı muhasebe meslek mensuplarını hata ve hilelere yönlendiren etmenler ile etik dışı davranışlara yönelik tutumlarını incelemektir. Çalışmanın amacına ulaşmak için Mardin ve Şırnak illerinde mesleğini icra eden muhasebe meslek mensupları üzerinde bir anket araştırması yapılmıştır. Anket sonucunda elde edilen veriler çeşitli istatistiki yöntemlerle test edilmiş ortaya çıkan sonuçlar paylaşılmıştır. Anahtar
  • Öğe
    ADLİ MUHASEBE KAPSAMINDA HİLELERİN İNCELENMESİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
    (Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Akatak, Ahmet
    Yeni yöntemlerle iĢlenen ekonomik suçların ve ortaya çıkan anlaĢmazlıkların artmasıyla birlikte, özellikle hile ve yolsuzlukların önlenmesinde önemli bir role sahip olan adli muhasebe‟ye duyulan ihtiyaç artmaktadır. Adli muhasebe, hukuk ve muhasebe bilimleri arasında bir köprü görevi görerek daha çok mali nitelikli iĢlemlerde yaĢanan hile ve yolsuzlukların belirlenmesi ve önlenmesine iliĢkin baĢlatılan yargı sürecinde etkin bir rol üstlenmektedir. Geleneksel muhasebeden farklı olarak sadece rakamları değil, rakamların ötesini de irdeleyerek muhasebe hilelerini öngörme temeline dayanan adli muhasebecilik mesleği, muhasebe teori ve uygulamalarının yanında denetim, hukuk, istatistik, kriminoloji, psikoloji gibi birçok disiplini bünyesinde barındıran geniĢ kapsamlı bir uzmanlık alanıdır. Bu çalıĢmada adli muhasebe kapsamında hilelerin incelenmesi üzerinde durulmuĢtur. Bu doğrultuda çalıĢmada hâkim ve avukatlar, serbest muhasebeci mali müĢavirler ve yeminli mali müĢavirler ile akademisyenlere yönelik anket yapılmıĢtır. Anket verilerinin analizinde SPSS 24 paket programı kullanılmıĢ, frekans, t testi, anova ve korelasyon analizleri uygulanmıĢtır. AraĢtırma sonucuna göre, muhasebe hilelerinin önlenmesinde Türkiye‟de adli muhasebe mesleğine önemli düzeyde ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca adli muhasebe için gerekli altyapı ve eğitim olanaklarının istenilen yeterlilikte olmadığı ve mesleğin geliĢimi için yasal anlamda düzenlemelerin yapılması sonucuna ulaĢılmıĢtır.
  • Öğe
    PROSOSYAL SESSİZLİK VE ÖRGÜTSEL GÜVEN ALGISININ ÖRGÜTSEL BAĞLILIĞA ETKİSİNDE ÖRGÜTSEL PRESTİJ ALGISININ ARACI ROLÜ: BİR ALAN ÇALIŞMASI
    (Hasan Kalyoncu Üniversitesi, 2021) Gökaslan, Mehmet Oktay; Büyükbeşe, Tuba
    Bu araştırmanın amacı; prososyal sessizlik ve örgütsel güvenin örgütsel bağlılığa etkisinde algılanan örgütsel prestijin etkisinin olup olmadığının tespit edilmesidir. Araştırmanın evrenini 2021 yılında Türkiye’deki banka çalışanları oluşturmaktadır. Bu evren dahilinde kolayda örneklem yöntemiyle örneklem olarak 529 banka çalışanına ulaşılmıştır. Araştırma amacına uygun olarak anket formu oluşturulmuştur. Oluşturulan anket formu beş bölümden oluşmuştur. Birinci bölümde yedi ifade ile demografik bilgilerin toplanması hedeflenmiştir. İkinci bölümde örgütsel bağlılığı tespit etmek üzere onsekiz ifade yer almıştır. Örgütsel bağlılık duygusal, devam ve normatif bağlılık boyutlarından oluşmaktadır. Her boyut altı ifade ile ölçülecek şekilde ifadelerden oluşmuştur. Üçüncü bölümde örgütsel güven ölçeği bilişsel boyut yedi ve duygusal boyut beş olmak üzere toplam on iki ifade ile ölçülmüştür. Dördüncü bölümde çalışanların prososyal sessizlik algılarını belirlemeye yönelik beş ifadeden oluşan ölçek yer almaktadır. Beşinci ve son bölümde ise çalışanların örgütsel prestij algılarını tespit etmeye yönelik sekiz ifade bulunmaktadır. Anket formundan elde edilen veriler analiz edilerek oluşturulan hipotezler sınanmıştır. Elde edilen bulgulara göre prososyal sessizliğin örgütsel prestij algısını pozitif yönde etkilediği, örgütsel bağlılık alt boyutlarını etkilemediği, ancak örgütsel prestij algının modele aracı değişken olarak eklendiğinde örgütsel prestij algısının tam aracı değişken etkisi gösterdiği görülmüştür. Örgütsel güven alt boyularından bilişsel güvenin örgütsel bağlılık alt boyutlarını pozitif yönde etkilediği, duygusal güvenin ise sadece devam bağlılığını pozitif yönde etkilediği ve duygusal güvenin örgütsel prestij algısını pozitif yönde etkilediği tespit edilmiştir. Örgütsel güven alt boyutlarının örgütsel bağlılığa etkisinde örgütsel prestij algısının aracı değişken rolü için ise bilişsel güven ile duygusal bağlılık ile kurulan modelde örgütsel prestij algısı kısmi aracı değişken ve duygusal güven ile duygusal bağlılık ile kurulan modelde örgütsel prestij algısı tam aracı değişen rolü üstlenmiştir.
  • Öğe
    Birleşme sonrasındaki örgütsel kültürün örgütsel bağlılık üzerine etkisi
    (Dumlupınar Üniversitesi, 2010) Gökaslan, Mehmet Oktay; Demirci, Mustafa Kemal
    Günümüzde şirketlerin faaliyet göstermiş oldukları piyasalarda rekabet artmıştır. Sıkılaşan rekabet ortamında şirketler birleşmeler yaparak yaşamlarını sürdürmeye, verimliliklerini arttırmaya ve büyümeye çalışmaktadırlar. Birleşmelerin amacı olan kârlılığın arttırılması ile hem şirketin verimliliği hem de örgütün gücü arttırılmış olur. Şirket birleşmeleri neticesinde farklı kültürlere sahip örgütler de bir araya gelirler. Farklı örgütlerin birbirleri ile kaynaşması neticesinde başarı yakalanabileceği gibi çalışanların örgütlerine olan bağlılıkları da artar. Örgüt kültürü ve örgütsel bağlılık arasındaki ilişkileri inceleyen daha önceki araştırmalardan da yola çıkarak şirket birleşmelerinde, örgüt kültürünün örgütsel bağlılık üzerindeki etkisini ele alabiliriz. Böylelikle, şirket birleşmelerinde farklı kültürlerin bir araya gelmesi neticesinde örgüt kültürünün örgüte olan bağlılık üzerinde bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Bu araştırmanın temel amacı, şirket birleşmeleri neticesinde farklı kültürlerden gelen bireylerin, yeni kurulan örgüt içerisinde oluşan kültürü benimseme durumları ve yeni kurulan örgüte olan bağlılıklarının derecesinin tespit edilmesidir. Amaç doğrultusunda, Türkiye’de 2000’i aşkın çalışanı ile faaliyet gösteren ve iki bankanın birleşmesi sonucunda kurulan özel bir bankanın çalışanları üzerinde anket çalışması yapılmıştır. Yapılan anket sonucunda elde edilen veriler çeşitli istatistiksel yöntemler yardımıyla yorumlanmış ve birleşme sonucunda kurulan şirkette örgüt kültürünün düzeyi ve örgütsel bağlılık dereceleri ile ilgili sonuçlara ulaşılmıştır.
  • Öğe
    KURUMSAL YÖNETİMİN İŞLETMELER İÇİN ÖNEMİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
    (İksad Uluslararasi Yayinevi, 2018) Akkuş, Baran; Bakır Kaya, Sevim; Akatak, Ahmet
    Genelde işletmedeki tüm tarafların özelde pay sahiplerinin ortak ekonomik amaçlarının gerçekleştirilmesi, ekonomik, rekabet, sosyal vb. çevre şartlarının etkisi altında olmakla birlikte bu şartları gözeten ve bunlara uygun işletme politikalarını uygulayacak olan yönetimin performansına bağlıdır. Söz konusu performansı nasıl bir işletme yönetimi anlayışının sağlayacağı konusundaki arayışlar, 2000‟li yılların başında “kurumsal yönetim” anlayışıyla karşılık bulmuştur. Kurumsal yönetim anlayışı ile ilgili literatürdeki çok sayıda tanımda ortak vurgu, kurumsal yönetimin, öncelikle şirketlerin ve kurumların yönetildiği ve faaliyetlerinin kontrol edildiği bir sistem olduğudur. Ancak bu tür sistemi oluşturabilmek için de bazı ilkelere uymak gerekir. OECD tarafından hazırlanan ve kurumsal yönetim ilkeleri olarak adlandırılan söz konusu ilkeler; şeffaflık, adillik, hesap verebilirlik ve sorumluluktur. şeffaflık, şirketle ilgili finansal ve finansal olmayan, ticari sır olmayan ve henüz kamuoyu ile paylaşılmayan, bilgilerin, doğru, açık, zamanında ve karşılaştırılabilir şekilde kamuoyuna sunulmasıdır. Adillik ise, işletme yöneticilerinin karar alırken, bu kararlardan etkilenen tüm işletme taraflarının menfaatini gözetmesi ve kararlarında hepsine eşit mesafede olmalarıdır. Hesap verebilirlik, karar vericilerin ve faaliyette bulunanların tüm karar ve faaliyetlerinden ötürü hesap verme zorunluluğu olduğunu ifade eden ilkedir. Son olarak sorumluluk ilkesinde ise yönetiminin tüm faaliyetlerinin ilgili mevzuata, şirket sözleşmesine,şirket içi düzenlemelere, toplumsal ve etik değerlere uyma yükümlülüğü ve bu hususlarda denetime tabii olmasını kapsamaktadır. Böylece kurumsal yönetim; işletmelerde hesap verebilir, şeffaf, adaletli, toplumsal kurallara ve etik değerlere uyan bir yapının kurulmasını hedeflemektedir. Kurumsal yönetimle birlikte hem toplum nezdinde hem de yatırımcılar nezdinde daha güvenilir bir işletme imajı oluşturmamız mümkün olmaktadır. Bu sayede daha karlı ve sürdürülebilir işletmeler ortaya çıkmaktadır. Bunların yanı sıra işletmeye yatırım yapanların daha aktif olarak işletmeyi denetlemelerine imkan sağlayan bir yapı oluşturulmaktadır. Ayrıca kurumsal yönetim kavramı işletmelerde iyi yönetim olgusunun yerleştirilmesidir. Kurumsal yönetime geçebilen işletmeler finansman kaynaklarına daha kolay ve az maliyetle ulaşabilirler. Ayrıca kaynakların daha verimli hale gelmesi sağlanmış olur. Kurumsal yönetim ilkelerini benimseyen, hayata geçiren ve uygulayan işletmeler yatırımcıların tercihi olmaktadır. Ayrıca kurumsal yönetimin yaygın olduğu ülkelerde kayıt dışının azaldığı, refah seviyesinin yükseldiği gözlemlenmektedir. Kurumsal yönetimi benimseyen işletmeler daha uzun ömürlü olmakta, tek kişinin (işletme sahibi) yönettiği yapı ortadan kalkmakta ve her açıdan daha güvenilir, şeffaf, hesap verebilir, adil bir yapı oluşmaktadır. Türkiye'de de kurumsal yönetimin gelişmesine yönelik ciddi çalışmalar yapılmaktadır. Özellikle KOBİ'ler ve aile şirketlerinin de kurumsal yönetim uygulamalarını benimsemesi ülkemiz açısından güzel gelişmelerin olmasını sağlayacaktır. Bu çalışmada da kurumsal yönetim, kurumsal yönetim ilkeleri, işletmelerde benimsenmesinin gerekliliği ve Türkiye' de kurumsal yönetim faaliyetlerinin önemi açıklanmaya çalışılmıştır.
  • Öğe
    AİLE İŞLETMELERİNDE GÜVEN İLİŞKİSİNİN TESİSİ
    (İKSAD - İKTİSADİ KALKINMA VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERNEĞİ, 04.07.2022) Gökaslan, Mehmet Oktay
    Aile işletmelerinin ülkemizde ve dünyadaki sayılarına bakıldığında azımsanmayacak kadar fazla sayıda oldukları görülmektedir. Böyle büyük bir çoğunluğa sahip işletmelerin üzerinde çalışmalar yaparak karşılaştıkları sorunları tespit etmek ve çözüm önerileri sunmak araştırmacıların ilgisini çekmektedir. Bu sorunlardan biri olan aile işletmelerindeki güven ilişkisinin tesis edilmesi bu çalışmasının ana konuş olacaktır. Güven ilişkisinin tesisi edilmesi ile ilgili yazınsal tarama neticesinde ortaya çıkan bilgiler ışığında aile işletmelerinde güven ilişkisinin tesisi hakkında bir sonuca varılması düşünülmektedir. Bu bağlamda aile işletmesi, güven kavramı güvenle ilişkili diğer kavramlar incelenmeye çalışılmıştır.
  • Öğe
    KENTLERİN MARKALAŞMASI VE TÜRKİYEDEKİ MARKALAŞAN KENTLER ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
    (İksad Uluslararasi Yayinevi, 2018) Akatak, Ahmet; Gökaslan, Mehmet Oktay
    Modern veya post modern yaşamın bireylerin tüketim kalıplarına ve yaşam kalitesine etkisi inkar edilemez bir gerçekliktir. Müşterilerin istek ve ihtiyaçlarını karşılamak üzere yapılan çalışmaların odak noktasını “farklılaşmak” kavramı oluşturmaktadır. Bir ürün ya da bir hizmeti satın alırken ayırt edici olan nedir sorusu tatmin düzeyi ve beklentisi ile paralel bir zemin meydana getirmektedir. Küreselleşmenin de beraberinde getirdiği yoğun ve yüksek rekabet, işletmeleri/firmaları/organizasyonları karlılık düzeylerini muhafaza etme ya da arttırma ihtiyacını doğurmak anlayışına yöneltmektedir ve bu durum aynı zamanda kentlerin markalaşma düzeyine de etki etmektedir. Özel sektördeki bu rekabetin kimi izdüşümlerini marka kent oluştururken görmek mümkündür. Bu bağlamda öğrenci, turist, yatırımcılar vd. unsurları bir kente çekmenin önemi gittikçe artmaktadır. Doğal güzelliklerin, mimari yapıların, coğrafi konumların marka kent meydana getirmesinde işlerliği daha açık iken bu özelliklere sahip olmayan kentlerin planlı ve stratejik hedefleri ayrı bir önem arz etmektedir. Markalaşmaya dair hizmet ve ürünler üzerinde birçok araştırma yapılmıştır. Kentlerin markalaşması üzerine de çeşitli araştırmalar mevcuttur. Kentlerin ayırt edici özelliklerinin ortaya çıkartılması ile markalaşmaları sağlanmak istenmektedir. Bu çalışmada kentlerin markalaşmaları bağlamında; marka ve kent kavramları için yapılan tanımlara bakılmış, kentlerin markalaşması ve kent markası yaratma sürecinden bahsedilip Türkiye‟de markalaşmayı başarmış ve akademik çalışmalara konu olmuş Marmara bölgesinden en fazla nüfusa sahip İstanbul, İç Anadolu‟dan Türkiye‟nin başkenti Ankara, Ege bölgesinin en kalabalık kenti İzmir, Akdeniz bölgesinde adını turizm ile duyuran Antalya ve Güneydoğu Anadolu bölgesinden sanayi ve kültür şehri olarak bilinen Gaziantep kentleri ile ilgili bir yazınsal çalışma yapılmaya ve ele alınan kentler için markalaşma hususunu ön plana çıkartan kendilerini diğer kentlerden ayıran fark yaratmalarını sağlayan özelliklerin neler olduğuna değinilmeye çalışılmıştır.
  • Öğe
    ADLİ MUHASEBE UYGULAMALARININ MUHASEBE MESLEK MENSUPLARI (SM, SMMM ve YMM) PARADİGMASIYLA DEĞERLENDİRİLMESİ ÜZERİNE AMPİRİK BİR ARAŞTIRMA
    (TURAN Stratejik Araştırmalar Merkezi TURAN-SAM Yayıncılık, 21.06.2021) Bilen, Abdulkadir; Akatak, Ahmet
    Bu çalışmada, Adli muhasebe kapsamında hilelerin incelenmesi için adli muhasebe ilgili uygulayıcıları olan muhasebe meslek mensuplarının görüşlerine başvurularak, Adli Muhasebeye bakış açılarını değerlendirmek, hile ve yolsuzlukların durumu ile mevcut düzenlemelerin yeterliliği hakkındaki görüşlerini almak ve Adli muhasebeye duyulan ihtiyacın düzeyini tespit etmek amaçlanmaktadır. Güneydoğu Anadolu Bölgesi illerinden Gaziantep, Diyarbakır, Şanlıurfa, Mardin, Şırnak, Batman ve Siirt illerinde faaliyet gösteren Serbest Muhasebeciler, Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirlerden oluşan toplamda 264 katılımcı üzerinde anket çalışması uygulanmıştır. Anket verileri SPSS 24 paket programı ile analiz edilmiş olup, analizler sonucunda özellikle hileli işlemlerin önlenmesinde adli muhasebenin zorunlu bir ihtiyaç olduğu sonucuna varılmıştır.